Ah Mine’l-Dil

Ah Mine’l-Dil

Dille ilgili dilbilimciler birçok tarif yapmıştır. Dilin vasıflarından birisi de insanlar arasında anlaşmayı sağlaması, insanların hemcinsleriyle ünsiyet kurmada yardımcı olmasıdır. Aynı dili konuşan insanlarla bir anda irtibat kuruverirsiniz. Oysaki dilini bilmediğiniz insanların arasına girdiğimizde tamamen yabancı, aşina olmadığınız bir dünya ile karşı karşıya kalırsınız. Bir anda milyonların içinde yapayalnız hissedersiniz kendinizi.  Hâlbuki etrafınızda binlerce insan

ERDAL KARAMAN 18 Kasım 2018 ERDAL KARAMAN

Dille ilgili dilbilimciler birçok tarif yapmıştır. Dilin vasıflarından birisi de insanlar arasında anlaşmayı sağlaması, insanların hemcinsleriyle ünsiyet kurmada yardımcı olmasıdır. Aynı dili konuşan insanlarla bir anda irtibat kuruverirsiniz. Oysaki dilini bilmediğiniz insanların arasına girdiğimizde tamamen yabancı, aşina olmadığınız bir dünya ile karşı karşıya kalırsınız. Bir anda milyonların içinde yapayalnız hissedersiniz kendinizi.  Hâlbuki etrafınızda binlerce insan vardır. Hayat normal seyrine devam etmekte insanlar karşılıklı olarak dil vasıtasıyla müşküllerini halletmektedir.

İçerisinde bulunduğunuz toplumun dilini bilmediğinizde bir anda deniz ortasında susuz kalmış insan misali olursunuz. Etrafınızdaki insanlar konuşurlar, espri yaparlar, gülerler siz sadece jest ve mimiklerden bir netice çıkarabilirsiniz.

Bilmediğiniz bir dilin konuşulduğu yere gittiğinizde kendinizi yalnız hissetmenin yanında karşınızda seslerden mürekkep büyük bir ummanın içinde yapayalnız buluverirsiniz. Biteviye devam eden konuşmalarda sanki bütün kelimeler imale edilmişçesine birbiri arkasına sıralanır, yer yer kelimelerdeki vurgular beyninize vurulan tokmaklar gibi olur. Peşi sıra sıralanan cümleleri işittiğinizde öğrenilmesi çok zor olan bir dille karşı karşıya olduğunuzu düşünmeye başlarsınız. Zamanla dile hâkim oldukça kelimeleri daha net ayırt etmeye başlarsınız. Elbette bu seviyeye gelinceye kadar bir süre gerekir.

Türkiye’de ortaokuldan beri yabancı dil öğretilmesine rağmen dilin konuşulduğu ülkeye gidildiğinde ya da o dili konuşan birisiyle karşılaşıldığında insanlar meramını anlatmada güçlük çeker. Bundan dolayı da Türk toplumunu dil öğrenme özürlü olarak nitelendirenler olmuştur. Aslında Türk halkı yabancı dil öğrenmeye yatkındır. Müfredat pratikten ziyade gramer tedrisine odaklandığından dil öğrenimini tamamlayan bir öğrenci o dilin gramerine hâkimdir. Karşısına o dili konuşan birisi çıktığında zihnindeki gramer birliklerini bir anda hatırlamak suretiyle cümleler kurmaya başlar. Hâlbuki gramerle birlikte pratiğe yönelik cümleler öğretilse ve öğrencilerin pratik yapabilecekleri ortamlar teşkil edilse bir anda gençlerimiz de bülbül gibi şakımaya başlar. Öğrenciler elbette okuldaki öğrendiklerini hayata geçirecektir. Türkiye’de İlahiyat Fakültesinde okuyan bir öğrenci ilk defa karşılaştığı bir Arap ile konuşmaya başlamır. Fakültesinde öğrendiği kelimeleri peşi sıra sıralar. Arap, muhatabını dikkatlice dinledikten sonra gayri ihtiyari Sadakallahul-Azim deyivermiş.

Buradan gramer öğretilmesin sonucu çıkarılmamalı. Sürece yaymak suretiyle aşırıya gitmeden gramer de elbette belli bir düzeyde öğretilmelidir. Fakat sadece dil bilgisinden mürekkep bir dil öğretimi elbette dil öğrenenleri usandıracaktır. Bu durumda Kaptan karşısında Müderrisin durumuna düşeriz. Malum bir dilci Müderris (Profesör) gemiyle bir yolculuğa çıkar. Yol uzundur. Sohbet etmek, vakit geçirmek için Müderris kaptan köşküne çıkar, kendisiyle sohbet eder. Müderris, saçlarını gramer öğrenmede ve öğretmede ağarttığını gururla söyler Kaptan’a. Kaptan da yaşlı dilciyi pür dikkatle dinlemektedir. Sohbet devam ederken dayanamaz Kaptan’a sorar:

-Pekâlâ, sen gramer biliyor musun?

Kaptan

-Hayır, hiç bilmiyorum.

Müderris

-Vah vah, insan gramer bilmez mi? Yazık, ömrünün yarısı boşa geçmiş, der.

Sohbet kaldığı yerden devam eder, fakat Müderrisin sözlerine Kaptan hayli içerlemiştir. Olacak bu ya denizin ortasında fırtına kopar. Gemi sağa sola yalpalanır, su almaya başlar. Mürettebat gemiyi kurtarmak için harekete geçer. Bu sırada Müderris de Kaptan’ın yanındadır.

Kendisine

-Hocam, yüzme biliyor musunuz?

Müderris

-Hayır, bilmiyorum.

Kaptan

-Ah be hocam, senin ömrünün tamamı boşa geçmiş, der.

Kaptan haksız da değil. Aslında Kaptanın gramer bilmesine de gerek yoktur. Zira insanlar anadilini öğrenmeye başlama süreci, adından da malum olduğu gibi, anne karnından başlamaktadır. Doğduğunda çevresinde anadilini konuşan insanları bulur. Zamanla farkına varmadan anadilinin inceliklerine muttali olmaya başlar. Anadilini öğrenmeye başladığında yakınları ona bak evladım, bu sıfat fiil, bu özne, bu yüklem diye dilini öğretmezler. Birçok yakın zaten bu terimleri de bilmez. Aslında bilmesine ve bu şekilde öğretmesine de gerek yoktur. Çocuk okula başlayıncaya kadar artık farkına varmadan dilini kullanmaya meramını anlatamaya başlar bile.

İlk defa okulda sıfat, isim, zarf gibi terimlerin ne anlama geldiğini öğrenir. Aslında günlük hayatta kullandığı cümlelerin içinde anlatılan unsurların zarf, sıfat olduğu bilmeden mahirce kullanmaktadır. Fakat yabancı dil öğrenenler o çocuk gibi dilin konuşulduğu mekânda bulunmadığından çocuğun sahip olduğu imkânlara sahip değildir. Yeni bir dil öğrenmeye başlayan birisi farklı bir metot izlemek zorundadır. Tedrisine başladığı dilin yapısını çözmek, dile hâkim olabilmek için, belli bir plan dâhilinde, yeni dilin unsurlarını gramer vasıtasıyla öğrenmesi gerekmektedir. Süreçte bu metot disiplin sağlayacaktır. Dil öğrenimini kolaylaştıracaktır.

ÖNE ÇIKANLAR