Beş sihirli kelime-1

Geriye dönüp baktığımda gerçekten bir proje gibi göründüğünden dolayı öyle diyorum. Çünkü zamanlama mükemmel. 3 ay daha beklesem 16 yaş sınırı yüzünden Almanya doğumlu olmadığım için kanunlara göre geri dönmem mümkün olamayacaktı. 16‘ya 3 kala bir cuma günü babam Türkiye‘ye geldi. Apar topar bavulumu hazırlattı ve okulum ile gerekli görüşmeleri tamamladı. Elimden tuttu ve aynı

PANORAMA - NEWS 29 Aralık 2018 YORUM

Geriye dönüp baktığımda gerçekten bir proje gibi göründüğünden dolayı öyle diyorum. Çünkü zamanlama mükemmel. 3 ay daha beklesem 16 yaş sınırı yüzünden Almanya doğumlu olmadığım için kanunlara göre geri dönmem mümkün olamayacaktı. 16‘ya 3 kala bir cuma günü babam Türkiye‘ye geldi. Apar topar bavulumu hazırlattı ve okulum ile gerekli görüşmeleri tamamladı.

Elimden tuttu ve aynı hızla Almanya yoluna çıktı benimle. Ama ben hiç de müsait değildim. Bolu ile henüz vedalaşamamıştım. Bu hızlı vedadaki tek tesellim, ‘seneye tatile geldiğimde başlayamadığım yerlerden de devam edebilirim’ şeklindeydi. Bilemezdim ki sonrasında üç sene Türkiye’ye tatilin kısmet olamayacağını.

Almanya hiç değişmemişti. Oysa ben çok değişmiştim. Üzerimden kocaman bir 4 sene geçmişti. Gelir gelmez mahallemizi gezdim. Arkadaşlarımı buldum, yeni arkadaşlıklar edindim. Haftasonuydu, pazartesi okul vardı, yeni okulumun yerini öğrendim. Pazartesi sabahı erkenden kalktık, babamda bende uykuluyduk. Ama okul kayıt işlemleri felan uzun zaman alacaktı. Vakitlice çıkmak gerekiyordu evden.

Evden çıktık. Ben sağ, babam sol yöne doğru yürümüşüz. Bunu beş veya on adım sonra fark edebildik. Güldüm. Babam gerçekten uykuluydu hatta henüz uyanamamış olmalıydı. ‘‘Baba yanlış yöndesin. Okul bu tarafta” dedim. Babam, ”Hayır oğlum yanılıyorsun okul bu istikamette galiba buraları unutmuşsun” dedi. ”Hayır baba unutmadım.

Hem daha dün arkadaşlara sordum. Bu tarafı işaret ettiler.“ Babam, ”oğlum sen ne diyorsun?“ dedi. Kaşları çatılmıştı. O esmer teni kapkara kesilmişti. ‘‘Senin ne işin var o okulda?“ dedi.

‘‘Senin gideceğin okul bu istikamette.“ (O okuldan kastı, Almanya‘da ilk okuldan sonra üç okul sistemi mevcuttur) anlamıştım. Babam Gymnasiumu işaret ediyordu. Yani o üçünün en elit olanını. O yıllarda Türklerin Gymnasiuma gitmeleri çok nadirdi. Tahminim binde beş gibi bir oran olmalıydı.

4 sene aradan sonra biraz fazla yükleniyordu üzerime babam. Almancam zayıflamıştı. Bahsettiği okul son derece elit ve hızlıydı. Türk arkadaş yok denilecek kadar azdı. Muhtemelen mahalleden hiç tanıdık Türk orada yoktu. Hiç istemeye istemeye, iki adım ileri, bi adım geri, babamı takip ettim.

 

İlginç bir mimariye sahip kocaman bir binaya geldik. Burası Gynasium‘du, sorarak sekreteryayı bulduk. Babam Almanca bilmediğinden ben soruyordum. Ama benimde 4 sene aradan sonra Almancam epey dönmüştü. Neyseki sekreter hanım kısa ve öz bir şekilde bu okulun kriterlerine uymadığımızı izah edip bizimle vedalaşmak istedi.

Zira kayıt olacağım sınıfda ikinci yabancı dil eğitimi almış olmak şartmış. Şükür o da bende yoktu. “Haydi baba gidelim“ diyecektim. Kibar ve sakinliği ile tanınan babam aynı günde ikinci kez hiddetlendi. Belkide ilk kez halka açık bir ortamda sesini yükseltti.

Ne dediğini, ne ben, ne sekreter hanım anlamıyorduk. Çünkü Almanca konuşmaya çalışıyordu ama ta en arka odalardan duyulmuş olmalı ki bir kapı açıldı. Yaşlı kır saçlı, kocaman kulaklı sert bir adam çıktı.

Tüm sekreterya buz kesmişti sanki. Sadece ”ne oluyor burada” dedi, gür bir sesle. Kimsede çıt yok. Etraftakilerin tavırından, yaşlı adamın cüssesinden belliydi; okul müdürü olmalıydı. Babam yavaş yavaş o sert adamın yanına yürüdü. Hayatım boyunca unutamadığım müthiş bir sahne sergiledi! İleriki yıllarda defaatle bu sahneyi kafamda canlandırdım.

Söylediği kelimeleri tek tek saydım. Basit bir adres soracak kadar bile Almancası olmayan rahmetli babamın, o beş kelime öyle bir ihlas, öyle bir inanç, öylesine bir içtenlikle çıkmış olmalıydı ki ağzından, karşısında o sert müdür değil de alp dağları olsaydı erirdi kesinlikle.

Evet evet tam tamına saadece beş kelime çıkmıştı ağzından konuşamadığı Almancasıyla: ”Herr direktör bitte helfen Sie” (Müdür bey lütfen yardım edin) dedi ve sanki bir sihir bürüdü orayı. Müdür beyin gözlerinde bir pırıltı oluştu. O sert bakışlı kızgın adamın yüzünde inanın abartmıyorum adeta güller açtı.
Yerini babacan, güven veren, biri almıştı. Tam karşımızda duruyordu. Sol kolu ile odasını işaret etti. Bu bir davetti. Önce biz girdik ardımızdan kendisi. Çok büyük bir oda olmasına rağmen müthiş bir sadelik ortama hakimdi. Mobilyalar çok mütevazıydı. Çalışma masası çok düzenli ve tertemizdi. Sağ taraftaki toplantı masasına oturduk birlikte…

  1. bölümün sonu…

Haber: Dursun Bayri

ÖNE ÇIKANLAR