Yönetim – Hayatın Akışı

Yönetim – Hayatın Akışı

Yönetimi konuşabilmek için öncelikle toplu yaşamanın kurallarını, kriterlerini, önemini tamamen hazmetmiş olmalıyız. Herhangi bir şüphemizin olması tılsımı bozabilir çünkü. Bilinen bir hikaye. Halka, havuzu sabaha kadar süt ile doldurması emredilir. Ancak herkes, ben yapmasam olur diye düşündüğünden havuz su ile dolar. Askerde mantık yoktur gibi bir anlayışın zihinlerimizde yer etmesi de böyle bir şeye dayanır

SEDAT İLHAN 11 Kasım 2022 SEDAT İLHAN

Yönetimi konuşabilmek için öncelikle toplu yaşamanın kurallarını, kriterlerini, önemini tamamen hazmetmiş olmalıyız. Herhangi bir şüphemizin olması tılsımı bozabilir çünkü.

Bilinen bir hikaye. Halka, havuzu sabaha kadar süt ile doldurması emredilir. Ancak herkes, ben yapmasam olur diye düşündüğünden havuz su ile dolar. Askerde mantık yoktur gibi bir anlayışın zihinlerimizde yer etmesi de böyle bir şeye dayanır aslında. Bir ekip tarafından bazı kriterler, tecrübeler, inisiyatifler ışığında planlar, görev taksimleri yapılır. Alınan kararlar en etkin, en doğru olmayabilir. Ancak başarı herkesin vazifesini hakkıyla yapması ile garantilenebilir. Uygulayıcıların kararları kritik etmesi düşünülemez, kabul edilemez.

İngiltere’de hakim maaşları hakkında bir hikaye dolaşır ortalıkta. Doğru olmadığı söylenir ama bence alınacak dersler var. Hakimlerin para dertlerinin olmaması, dolayısıyla kararlarında özgür olabilmeleri hedeflenerek maaş yerine açık çek verilir. Bir tanesi dener bunu, yüksek miktar bir tutarı yazar çeke ve parayı alır. Ama sonra geri vermek ister. Bu nedenle görevine son verilir. Kendisine, devlete güvenmiyorsan devlette sana güvenemez, denilir.

Uzun süreli ortaklıkları ile ilgili yakınen tanıdığım bazı örnekler var. Hepsinin ortak yönü güven ve birlikte hareket etmenin sinerjisi. Üzeyir Garih – İzak Alaton ortaklığı kaleme alınmış, bir röportajdı sanırım okuduğum. İbretlik tecrübeler, yaşanmışlıklar var. Ama insan yaşayarak öğreniyor ne yazık ki. Yine de okunabilir, bir malumat olarak bilinçaltında durmalı.

Bir dostum anlatır. Mağazaları ve ortakları vardır. Kendisi dış işlerle meşguldür. Bir ziyaretinde kasada oturan ortağının ihtiyaç için kasadan ayrılırken paraları saydığını görür. Kısa bir süre sonra kasaya geri döner, paraları tekrar sayar. Ortağı orada iken yapar bunu. Ortağına, yakınındakilere güvensizliğin bir işaretidir. Belki de farkında bile değildir nasıl anlaşılacağının. Veya akıllılık görür yaptığını. Bir kontrol, alışkanlık. Özellikle ortağına karşı bir tavır olmayabilir yani. Ancak dostum ortaklığı bozar. Güvenin olmadığı yerde birliktelikte fayda beklenemez. Böyle bir patronla çalışmayı kim ister veya kimler çalışır. Böyle bir çalışma ortamı çalışanın karakterini nasıl etkiler?

Bir dostum anlatır. Dünürü torununa bakıcı tutacaktır. Adayı ciddi güvenlik soruşturmasından geçirirler. Şaşırır ve sorar. Neden? Zenginlik başa bela. Bakıcının aileye yakınlaşması sonucu çocuğa veya kendilerine bir plan kurmasından, kurulan bir planın parçası olmasından korkarlar. Çözüm?

Özetle demek isterim ki, sosyoloji ilginç bir konudur, hem de çok. Büyük problemleri önlemeye, çözmeye gücümü yetmez. Onlar sadece yaşanır. Herkes bir derece yaşar, zengini fakiri, akıllısı delisi, herkes. Küçük problemler ise ihmal edilir. Hatta bazı şeyler problem olarak bile görülmez. Refleksimiz haline gelen bir vurdumduymazlık ile sadece geçiştirilir. Ve böylece kaçınılmaz sona adım adım ilerlenir.

Yaşanmışlıklar üzerine konuşuruz bazen, dostlarla. Doğal olarak bir türlü anlaşamayız. Kısır döngülerde dolaşır dururuz. Herkesin fikri ayrı olabilir. Buna itirazım yok. Hatta olması gereken bu zaten. Fikir sahibi olmak, düşünmek, değerlendirmek, sonucu öngörmek, hedefi olmak, gayret ermek… Ama çözümsüzlük?

Dostlar denge derler, denge önemli. Kesinlikle, kabul ederim. Düşünce – yaşam dengemi kurabilmek için çırpınır dururum. Bir başarabilsem, hayatı akışına yaşayacağım. Üzülmeden, kızmadan, aklıma eseni yaparak…

Sosyoloji demiştik. Toplumlar da tıpkı insan gibidirler. Canlıdırlar, üzülürler, ağlarlar, sevinirler, kızarlar, hasta olurlar… Ve ölürler. Sanırım bu konuda kimsenin bir itirazı olamaz. Ama kabullenmekte zorlandığımız bazı şeyler var. İçinde bulunduğumuz toplumda gerçekleşen her şeyin bizde karşılığı vardır. Direkt olmasa da endirekt olarak istenmeyen olaylara yol veriyoruzdur. İnsanları dışlayarak farklı şeyler yapmalarına yol açıyor olabiliriz mesela. Daha da ağır olanı, tekfir ettiğimiz, vahşet diye nitelediğimiz hareketleri yapma potansiyeline sahibiz. Elimize benzer imkanlar geçtiğinde insanlığın düşmanı olarak gördüğümüz o kişiden daha fazlasını yapabiliriz. Bunu pek çok kişi kabul etmeyecek. Zaten problem de bu…

Ve yaptığımız, yapmayı planladığımız, aklımızdan geçirdiğimiz her şeyin özel hayatımızda bir karşılığı var. İstenmeyen sonuçlar sürpriz olamaz. Diğerlerini etkiliyoruz tabii ki aynı zamanda etkileniyoruz.

Mutlu mesut yaşayabilmek için dünya görüşümüz olmalı. Böylece adımlarımızı daha bir bilinçli atabiliriz. Sorumluluk alarak, sonuçlarını öngörerek, aile hayatımızı, eş, dost, akraba ile olan ilişkilerimizi yönetebiliriz. Birey olmak böyle bir şey sanırım…