Bir film üzerine

Bir film üzerine

Sorulduğunda, sosyal aktivite neler yaparsınız, istisnasız denebilecek kadar çoğunlukla kitap okuyoruz, deriz. Belki ikinciye film seyretmek gelir. Senaryolar kitaba dayanır. Kitaplar hayatın içinden mesajlar verdiğince okuyucu ile buluşabilir. Demektir ki aslında hayatı okuyor ve seyrediyoruz. Kendimize ait yaşadığımız bir hayatımız var. Ve bir de sosyal alanımız. Bu ikisi arasında nasıl bir ilişki vardır, tefekkür etmeli.

SEDAT İLHAN 05 Kasım 2022 SEDAT İLHAN

Sorulduğunda, sosyal aktivite neler yaparsınız, istisnasız denebilecek kadar çoğunlukla kitap okuyoruz, deriz. Belki ikinciye film seyretmek gelir. Senaryolar kitaba dayanır. Kitaplar hayatın içinden mesajlar verdiğince okuyucu ile buluşabilir. Demektir ki aslında hayatı okuyor ve seyrediyoruz.

Kendimize ait yaşadığımız bir hayatımız var. Ve bir de sosyal alanımız. Bu ikisi arasında nasıl bir ilişki vardır, tefekkür etmeli. Düşünce dünyamızda dengemizi kurabildiğimizce kendimize, ailemize, mahallemize, akrabalarımıza, dostlarımıza, insanlığa daha faydalı bir yaşam sürebiliriz.

Yıllar önce, şu anda dünyanın herhangi bir tarafında milyonlarca insan acı çekiyor, ağlıyor, sızlıyor, aç yatıyor, özlüyor, adalet bekliyor, derdim, bazen, düşündükçe. Dün bir dram filmi seyrettim ağlayarak. Senaryo doğru olabilir mi? Kesinlikle ama hepsi bir anda, bir yerde gerçekleşmemiş olabilir. Fazlası vardır, eksiği yok, inanırım. Hayat akışına yaşanmalı derken bir anda çıkmazlarda buluverdim kendimi. Sorumluluk duygumun veya fersiz çözüm gayretimin karanlığı boğdu beni. Ne yapabilirdim ki?

Problemlerimizi görmek istememek gibi bir yönümüz var. Bunu pozitif yaşam olarak bile tanımlarız. Güldüğümüzde mutlu olacağımıza inanırız, çözümsüz problemlerimizle. Oysa çözümler güç verir yüreğimize, çözdükçe iç huzuru kaplar içimizi. Hayatı bir kelime ile ifade etmek istesem, çözüm derdim ben. Ama nasıl?

Küçükleri ihmal etmeye, büyükleri kabullenmeye meylimiz var ne yazık ki, genelde. Oysa hiçbir şey küçük değildir. Sadece başlangıçtır, sorumlusunu bekler. Ve kasabın bıçağını yalamak, celladına aşık olmak kurtuluş değil.

Her ne olursa olsun, hayattan kopmamalı. Güney Sudan’da çektiği bir fotoğraf ile dünyanın en prestijli Pulitzer Ödülü’nü alan Kevin Carter’in hikayesini bilirsiniz. Bu yazıyı yazmak üzere hikayeyi bir kez daha okudum. İnsan deyip geçebilirim sadece. Bizlerin Carter ile aynı kaderi paylaşmaması için, daha da ilerisi, başka Carter’ler ve onların fotoğraflarının yaşamımızın bir gerçeği olarak karşımıza çıkmaması için yaptıklarımız yeterli mi? Veya gerçekten doğru yerde mi ararız çözümlerimizi…

Konuya pozitif bir örnek ile devam edelim. Hrant Dink. Pardon! Gerçekten güzel şeyler mi hatırlatıyor ki bize bu? Tabii ki hangi açıdan baktığımıza bağlı. Türkiye topraklarında yaşanan herkesin mutlu mesut, birlikte yaşayabileceğini savunmuş ve gerçeklemek üzere çalışmalar yapmış bir isim, suikast ile ödüllendirilen. Yetimhanede büyümüş, yetimhane arkadaşı ile evlenmiş, yetimhaneyi unutmamış, yetimlerin başını okşamayı görev bilmiş bir insan. Belki yüreği geniş bir Allah dostunun duasıdır onun hayatına ışık olan, yolunu aydınlatan. Yoksa fıtrat mı denmeliydi? Hayrolsun!..

Bir dostum, çocuk esirgeme kurumunda çalışan tanıdığını anlattı. İyi niyetinden emin. Yardımcı olamıyoruz, diyormuş. Çocuklar çok agresif. Kurallar var. Sanki gardiyan gibiyiz. Başka ne beklenebilir ki, anne sevgisinden, baba güveninden uzak, küçük yaşta büyümüş adam olmuşlar.

Filmde, 12 Eylül döneminde, bir rehabilite merkezinde geçen olaylar resmedilmiş. 12 Eylül özel bir süreç, aslında daha önce yapılan veya yapılmayan bazı şeylerin sonucu. Masumane duygulara sahip, kendisini koruyamayacak aciz insanlara zulüm, acımadan, duyguları yok sayarak kendisini tatmin etme… Her an yüzlercesi yaşanmakta. Ağlayarak seyrettim ama, neden ağlamış olabilirim ki?

Bence insan kendisine dokunmadan parmağını bile oynatmaz. İyilik yaparsa Cenneti hak bilir. Kötülük yaparsa haklıdır, hak etmiştir, kendisine de kötülük yapılmıştır, intikam alır veya işte böyle bir şeyler. Ağlayan, kendisine ağlar yani. Belki bilinçaltı vicdanı ağlatır yaptıklarına, belki de mazlumlarda kendisini görür, salar gözyaşlarını…

Yazı ile birlikte yetimhanelerin ruh dünyasını tefekkür ettim kendimce. Kabullenmişlik olur bazılarında. Çekingenlik, işe yaramama hissi, kararsızlık… Veya isyan, her şeyi göze alarak yasakları çiğnemek zevke verir. Veya bir yerlerden bir ışık aldı ise, bir heyecan, bir motivasyon, bir el işte yürekten yüreğe uzanan, yine isyanlardadır ama yapıcı. Hrant Dink olur adı veya Ahmet’tir, Mehmet’tir, bizim kahramanımız(!)…

Ağlamalarımızın anlamlı olabilmesi için böyle olayların bir daha yaşanmaması adına bizim yapabileceklerimize odaklanmalı. Dar daireden başlayarak. Muhatabımıza ne hissettiriyorsak biz oyuz çünkü. Veya her şey herkesin imtihanıdır, bedeli ödenir, bu dünyada da ödenir, karşılığı da alınır…