İslam’da işçi hakları

İslam’da işçi hakları

Özellikle bugünkü durum itibari ile iş ve işçi güvenliğine çok önem veren ilerlemiş ülkelere nazaran Müslümanların çoğunlukta yaşadığı ülkelerde durumun işçiler açısında hiç iç açıcı olmadığı tespitini yapmak gerekir. İşin temelini oluşturan akademik araştırma ve eser üretme noktasında da özellikle Batı’ ile kıyaslarsak, pek çok meseleyi dini bağlamda tartışan ve dindarlığı ile övünen bizde “İslam’da

DR. MUSTAFA AKDAĞ 01 Mayıs 2019 DR. MUSTAFA AKDAĞ

Özellikle bugünkü durum itibari ile iş ve işçi güvenliğine çok önem veren ilerlemiş ülkelere nazaran Müslümanların çoğunlukta yaşadığı ülkelerde durumun işçiler açısında hiç iç açıcı olmadığı tespitini yapmak gerekir.

İşin temelini oluşturan akademik araştırma ve eser üretme noktasında da özellikle Batı’ ile kıyaslarsak, pek çok meseleyi dini bağlamda tartışan ve dindarlığı ile övünen bizde “İslam’da işçi hakları; İşçi-İşveren Münasebetleri; İslam’ın iş kazalarına bakışı” gibi konularda yayın sayısı maalesef yok denecek kadar azdır, ve bu da bizim aslında meselenin neresinde olduğumuzu gösteriyor.

Öncelikle “İslam” salim ve emin bir yolda selâmetle yürüme, herkese güven vaat etme ve hiç kimseye rahatsızlık vermeme manalarına da gelmektedir. Zira İslam özünde iman, izan ve teslimi barındırırken dışa doğru itaat, inkıyat ve sâlih amel gibi esaslara dayanır.

Gerçek bir Mümin veya Müslüman da bu iki yönü birleştirene denir. Zaten “Din” de kendi istek ve irademizle tercih ettiğimiz ve bizi bizzat iyiliğe ve güvene sevk etmesini umduğumuz ilâhî kanunlar ve dünyevî-uhrevî semereleri olan dinamik bir sistem değil midir?

Ayrıca konunun diğer bileşeni de “doğru, gerçek ve adalet” manalarına gelen “Hak” meselesidir ki dini-dünyevi bütün ideoloji ve fikirlerin de temeli ve çıkış noktasıdır. “Hak” kelimesi insanın bir şey üzerindeki sahiplik ve iktidarını da ifade eder. Bu da kanunlarla düzenlenir.

Dini olarak da kişilere menfaat elde etme ve helal dairede nimetlerden faydalanma yetkisi Allah tarafından tanınmıştır. Yani İslam’a göre aslında bu hakların hakiki sahibi Cenâb-ı Hak olan Allah’tır ama O, bu hakları, bir kısım yetkili makamlar vasıtasıyla kullarına kullanmaları için bahşetmiştir.

Kulluk vazifelerini ve âmme hukukunu da ihtiva eden “Allah hakları”nın yanında mülkiyeti, tasarrufu fertlere ait olan “insan hakları” ve hem ferdi hem de toplumu ilgilendiren “müşterek haklar” vardır.

İslam dinine göre; insanlar hür doğmuşlardır. Hak ve kıymet açısından hepsi birbirine eşittir. Düşünce, ifade, vicdan hürriyeti vazgeçilmez haklardandır. Zira Kur’ân ve Sünnette insan hakları ile alakalı konulara temas edilmiş, bunların korunmasına önem verilmiştir. Temel vurgu ise bunların aynı zamanda Allah hakları olduğu noktasıdır.

Örneğin Peygamberimiz (sav) Medine’yi hicret edince, değişik inanç ve düşüncelerle karşılaşmış, onlarla sözleşme yapmıştır. Din, ırk, sosyal seviye ayırımı yapılmadan hassasiyetle herkesin hukuku gözetilmiştir.

Veda hutbesinde de Allah’a iman, O’na itaat ve saygıda bulunmak bütün insanî haklara da saygılı olmanın bir teminatı olarak görülmüştür. Aksi takdirde diğer haklara karşı saygılı olmak da oldukça zordur. Ayrıca mal, can akıl, din ve neslin korunmasını da emretmiştir.

Bu haklar içerisinde de işçi hakları ve işçi-işveren münasebetleri önemli yer tutar. Zira ücret karşılığı işçi çalıştırmak ya da işçi olarak çalışmak Kitap, Sünnet ve icmâya göre meşrudur ve işçiyi hor görmek de caiz değildir.

Örneğin Kuran’da Hz. Musa’nın peygamberlik verilmeden önce Medyen’e gittiğinde, orada iki kız kardeşe davarlarını sulamaya yardım ettiği anlatılır. (Kasas, 28/27) Kızlar babalarından Musa (as)’i işçi olarak almasını isterken Hz. Musa’da aradıkları iki vasıf: o işi yapabilecek güç ve kuvvet ile güvenilir ve emin olmaktır. Babaları Hz. Şuayb (as) da kabul eder ve o da yanında on sene çalışır.

Musa ile Hızır’ın yolculuğu anlatılırken de ücret karşılığı iş yapmadan bahsedilir. (Kehf, 18/77). Ayrıca, ölçü, tartıyı tam yapma, insanların haklarını ve ücretlerini eksiltmeme, halka haksızlık etmeme (A’râf, 7/85) gibi kaideler kesindir.

Bunun dışında genel olarak da Kur’an bütün kulları hem bu dünya hem de ahiret için çalışmaya davet etmektedir: “İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez” (Necm, 53/39)

Öte yandan, İslam’da çalışmak ibadet gibi kabul edilmiştir ve işçinin emeği kutsaldır. Peygamber Efendimiz, “Hiç kimse kendi elinin emeğinden daha temiz bir kazanç elde edemez” buyurmuş ve bu konuda alın teriyle geçimini sağlayan Hz. Davud’u örnek göstermiştir. (İbn Mâce, Ticârât, 1) Bir gün Peygamberimiz (sav) Sahabeden Hz. Muaz’ın nasırlaşmış ellerini görünce: “Bu eli cehennem yakmaz.” demiştir. Başka bir gün ise Medine’de genç bir dilenciyi sermayesi bir ip de olsa çalışmaya teşvik eder. (Buhârî, Buyû, 15)

Ayrıca, Allah Râsulü, işçilerin haklarının korunması, ücretlerinin eksiksiz ve zamanında verilmesi, onlara güzel davranılması hususlarında da pek çok tavsiyede bulunmuştur.

Örneğin “Allah Teâlâ, çalıştırdığı işçiden azami verim aldığı halde, onun ücretini tam ödemeyenin öteki hayatta hasmı olacaktır!” buyurmuştur. (Buhârî, İcâre, 10); Yine bir kudsî hadiste de: “Üç kimse, kıyamet gününde Beni karşısında bulacaktır: Benim adımı kullanarak haksızlık eden; hür bir insanı satıp parasını yiyen; bir işçiyi çalıştırıp da ona ücretini vermeyen!” buyurulmuştur. (Buhârî, İcâre, 12, 15)

Hem “Allah hiçbir kimseyi güç yetiremeyeceği bir şekilde yükümlü tutmaz.” (Bakara, 2/286) ayeti gereğince bir işçiye, onun gücünü aşan bir iş yüklememek gerekir. Peygamberimiz “İşçi kardeşlerinizi Allah ellerinizin altına verdi; dileseydi tam tersi olurdu.

Öyleyse onlara yediğinizden yedirin, giydiğinden giydirin. Onlara güçlerini aşan bir iş teklif etmeyin; eğer zor bir işi yapmalarını isterseniz, siz de onlara yardım edin!” (Müslim, İmân, 38, 40) buyurmuştur.

Bir de çocuk işçi meselesi vardır ki dinimiz çocukların çalıştırılamayacağı hükmünü koymuştur. Onların önce eğitimlerini tamamlamaları gerektiğini belirtmiş ve bu gayeye matuf bir iş olacaksa ona “evet” demiştir.

Diğer taraftan, işçinin sağlığı ile oynayan hiçbir iş kolu, caiz değildir. Zira bir insanın hayatı, Allah katında bütün insanların hayatı kadar değer ve kıymete sahiptir (bkz. Maide, 5/32).

Durum böyle olunca, yüzde yüz emniyet ve yüzde yüz sıhhat kazandırılmadıkça, İslam bir işçiyi yerin derinliklerine salıp oralarda çalıştırmaya asla razı olamaz. Zaten şuurlu hiçbir Müslüman işveren, böyle bir vebali göze alamaz.

Hem böyle bir durumda bu mesele hiçbir zaman ferdin şahsî inisiyatifine de bırakılamaz. Bu gibi iş yerlerini denetim ve kontrol altında tutmak devletin vazifesidir. Ayrıca, işçiler, namaz ve oruç gibi farz ibadetleri yerine getirme hakkına sahiptiler.

Kendi sosyal adalet sistemini oluşturan İslam, zenginliği, fakirliği bir imtihan olarak kabul etmiş, işçilerin sömürülmesini önlemiş ve bir manada sınıfsız bir toplum anlayışı geliştirmiştir.

Bu itibarla da, Müslümanlar arasında işverenler, içtimaî hayatta işçilerden daha aziz ve değerli değildir; işçiler de işverenlere nazaran kıymetsiz ve değersiz kabul edilmemektedir. Çünkü, İslam’da üstünlük takva iledir; ilim ve amel bakımından ilerde bulunan ve Allah’a karşı saygı hisleriyle dopdolu olan bir kimse daha üstündür.

Özetle İslam sermayenin de, emeğin de varlığını tanımış ve bu konuda temel ilke olarak emekçinin işini bağlılıkla ve tam yapması, işverenin de işçiye hizmetinin karşılığını zamanında ve tam olarak ödemesini ölçü kabul etmiştir. İşveren işçiye güvenlik tedbirleri, kıyafet vs. gibi imkânları tam sağlamalı, onlara zulüm yapmamalıdır. Velev ki haksızlık varsa bile işçi de buna haksızlık ve hırsızlık ile karşılık vermemelidir.

Hakkını arama noktasında gerekirse teşkilatlanıp hukuki yolları gözetmelidir. Devlet de gerek ruhsat, gerek denetim, gerekirse cezalandırma noktasında sorumluluğunu unutmamalı, kayırma ve idare etme yoluna girmemelidir. Zira burada söz konusu olan insan emeği ve hayatıdır.