Aynıyız

Yok aslında birbirimizden farkımız. Motivasyonlarımız, tepkilerimiz aynı. Arayışlarımız, buluşlarımız, korkularımız…

SEDAT İLHAN 28 Ocak 2024 YAZARLAR

Farklı olduğunu iddia eden var ise istisnalara koyabilir kendisini. Ama her insan özeldir. Ve bu açıdan bile tıpkısıyız diğerlerinin.

Bir fikrimiz var ise ki, olmalı. Söylemeden nasıl durulur, henüz bilemiyorum. Anlatmak, kabul edilmeyi beklemek iki taraf için de geçerli. Birisi yönetmeli bu süreci ama kim?

Bir kaç dost ile oturduk, muhabbet koyu, düşman çatlatan. Şairler, şiirler, yaşanmışlıklar, duygular, sevgi, aşk… Sonuca giden ilk cümleyi kim söyledi gerçekten bilemiyorum.

İnsan denen varlığın yeryüzünde var oluşu daha dündür, der. Kainatın sonsuzluğunda insan bir hiçtir. Yüreklere sığdırılan galaksilerden habersiz… Ben neden kendimi inkar etmeliyim ki? Veya neyi kabul etmeliyim, neden?

Bilim çok gelişmiş. Yeni keşifler akıllara zarar… Allah’a ihtiyaç yokmuş artık, akıllı robotlar kendilerini geliştiriyorlarmış. Hatta bir tanesi misyonunu gerçeklemeye engel gördüğü kişiyi öldürmüş. Ve ekliyor, „Sen şimdi bu bilimsel gelişmeleri de Allah’ın varlığına bağlarsın“ Sadece sordum; İnsan bunun neresinde?

Yok, diyor. Bilim o kadar ilerledi ki, nereye varacağı korkulur oldu. Binbeşyüz tane bilim İNSANı, bilimin kontrolsüz gelişmesini değerlendirmek üzere bir araya geldiler. Bilim midir konuşulan yoksa insan mıdır, insan ise konuşan?

Anlatıyor, ikna etmeye çalışıyor konumuna düşebileceğim aklıma geldi arada. Kendimi frenledim bu nedenle. Sustum bazen. Onun kelimeleri ile sordum sorularımı. Yine de anlatıyor olmaktan kurtulamadım.

Allah’ın varlığını veya yokluğunu düşündüğümde ürperiyorum, hayretlere düşüyorum. İkisini de normal göremiyorum. Varlığını da yokluğunu da ispat etmek mümkün değil. Sadece inanılır. Ve inançlar tartışılamaz.

Saygı ile bu tür ortamlarda bulunmak istiyorum, gerçekten. Bilmek için, öğrenmek. Sorularımı ve cevaplarımı… Anlatmak? Belki ama…

Çünkü anlatmak önceliklendiğinde farkında bile olmadan gerçeklerin üzerinde tepiniyorken bulabiliriz kendimizi. Veya emin olmaktır muradımız. Soramayız direkt, doğru mudur. Anlatırız, tepki yok ise yanlış değildir, hükmederiz. Ya tepki var ise? Yanlışta ısrar etmeli mi? Veya duyduklarımızın doğruluğundan nasıl emin olabiliriz? Nedir aradığımız şey? Doğru olmak mı, doğruyu bulmak mı?

Süreci seyreden üçüncü bir göz benim anlatmaya çalıştığımı söyler, heyecanımı, gayretimi… Önemserim. Ne hissettiriyorsam oyumdur, inanırım. Ama bu dostumun anlatmaya yüklediği anlamı, bende gördüğü hali detaylıca konuşmak isterim, konuşacağım.

Anlatmak? Bilmeden olmaz, olamaz. Emin olmadan, yüzde yüz. Zerre şüphemiz olsa sırıtır cümlelerimizde. Kabul görmez.

Bilmek gerekli ama neyi? Konuyu bilmek yetmiyor, muhatabımızı da bilmeli. Korkularını, tepkilerini, önyargılarını…

Ve daha da önemlisi tüm söylediklerimiz veya söylemediklerimizle onu köşeye sıkıştırmamalı. Bizimle kendisini köşeye sıkışmış hissetmemeli.

Anlatmak istenmeli bence, ben istiyorum. Herkes anlatmalı hatta, denemeli. Böylece dinlemenin gereğini görebiliriz, sevginin, saygının. Belki aynı olduğumuzu bile farkedebiliriz bir kaç adım sonra. Bu eğer bir gün gerçekleşirse neler değişir düşünce dünyamızda, hayatımızda?