Azatlık Şairi: Bahtiyar Vahabzade – 2

Sözlerini desteklemek için Firdevsi’nin Şehnamesinde geçen şu hikâyeyi nakleder: Zalim, gaddar despot idarecilerin omuzlarında 3 yılan bulunur. Bu yılanların gıdası insan beynidir. Onlar insan beyni yemezse yaşayamazmış. Buradan biz hangi sonucu çıkarmalıyız. Despotizmin yaşayabilmesi için insan beyinlerini yemesi gerekir. Sistemin devamı için düşünen, fikir beyan eden insanların beyinlerinin yok edilmesi gerekir. Aksi takdirde insan düşündükçe

PANORAMA - NEWS 16 Aralık 2017 YAŞAM

Sözlerini desteklemek için Firdevsi’nin Şehnamesinde geçen şu hikâyeyi nakleder: Zalim, gaddar despot idarecilerin omuzlarında 3 yılan bulunur. Bu yılanların gıdası insan beynidir. Onlar insan beyni yemezse yaşayamazmış. Buradan biz hangi sonucu çıkarmalıyız.

Despotizmin yaşayabilmesi için insan beyinlerini yemesi gerekir. Sistemin devamı için düşünen, fikir beyan eden insanların beyinlerinin yok edilmesi gerekir. Aksi takdirde insan düşündükçe baskıcı yönetime karşı çıkar. Bütün baskıcı sistemlerde insanların beynine kilit, diline yasak getirilmiştir.

Sözü edilen dönemde fikirleri açıkça yazmadıklarını dile getiren şair,  eserlerindeki hadiseleri başka ülkelerde canlandırır, kahramanları da yine kendi ülkeleri dışında bir ülkeden seçer. 1968 yılında Asya ve Afrika yazarlarının Taşkent toplantısına katılan şair, fikirlerini bir Afrikalının diliyle şöyle ifade eder:

Sizin gibi bir insanız, biz ne taşız, ne demirizü,

Yeter artık biz heç kese, yama olmak istemiyoruz,

Yaman derttir, başkasına yama olma,

Yaman derttir, azatlığın hasretine damak olmak,

Yaman derttir, gözün ola, ama görebilmeyesen,

Yaman derttir, elin ola, evindeki çör çöpü, sen süpürebilmeyesen,

Yaman derttir, dilin ola, ne konuşup, ne susasan,

Yaman derttir, ağzın ola, özgesinin ağzı ile düşünesen,

Şair fikirlerini söyleyemedikleri dönemde aynı zamanda tabii kaynaklarının da sömürüldüğüne dikkat çeker. O dönemde Azerbaycan halkının ücretli köle durumuna düşürüldüğünü dile getirir. Azerbaycan sanayi müesseselerinin %93’nün ittifaka ait olmasını kabul etmek istemez. Niçin Azerbaycan halkı hamal durumuna düşmüştür?

Diye mevcut sistemi eleştirir: İlim adamlarının söylediklerine göre sadece pamuk üretiminde iki milyar manat, üzüm üretiminde ise yaklaşık üç milyar manat kaybetmektedir. Diğer tarım ürünlerinde de kaybımız en az bu kadardır. Ben hazır ürünlerimizi Ermenilere verip onları hazır mahsul hale getirip kazanç sağlamalarını aklım almıyor.

Bizim hazır yünlerimizi işleyip kumaşa yapmaya gücümüz yetmiyor mu? Acaba işçi sıkıntımız var. Asla şu an bizim 400 bin işsizim var. O, Azerbaycan’ın bu hale gelmesinde azatlığının elden alınmasına binlerce yıldır göz diken düşmanların olduğuna dikkat çekmektedir.

Sovyet döneminde Azerbaycan halkının istediği gibi hareket edememesini o dönemde yapılan keyfi uygulamaların olduğunu dile getirmektedir: Sözü edilen dönemde Rus okullarında okutulan çocukların kural olarak yazın pamuk toplamaya götürülmesi yasaktı.

Pamuk toplamak saadeti sadece bize aitti. Bakü’de yüksek okullardaki Azerbaycanlı gençler pamuk toplamaya götürüldü. Çünkü bakanlar, Merkezi Komite üyeleri, aynı zamanda makam olarak büyük, yürek olarak küçük rehberlerin yağ içinde böbrek gibi beslenen, pamuk gibi apak balaları kızgın güneş altında pamuk toplayamazlardı.

 Bu satırları yazarken Allahım! Biz bu haksızlıklara nasıl dayanmışız, diye düşünürüm. Bu soruna cevap vermek için 1974 yılında yazdığım bir şiirim aklıma geldi:

 Sabır demiş, biz erleriz iş yerinde özgesinin sözlerini ezberleriz.

Toz toprağı yel savurur, tanesi de yele kalmaz. Vallah, billâh böyle kalmaz, böyle kalmaz!

Bu inançla yaşamışım ama neyleyim: Bizim gibi zevzeklerin yiğitliği sabır olsun.

Sabir demiş: Sefillik, boşboğazlık bizim olsun, Geleceğin evlatları iş görecek.

Ama dua yerine lanet deyip, kabrimize tükürecek diyecekler ey atalar, Ömür geçirip ham oldunuz.

Göre göre kör oldunuz. Diye diye lal oldunuz. Sabrınıza hayretteyiz, Siz sabırda fil oldunuz.

Sabırda fil gibi olduğunu dile getiren şair, özellikle Stalin dönemindeki politikaların yanlışlığına dikkat çeker: Stalin’in, Türk ve Müslüman halklara karşı çok şiddetli politikaları vardı.  Yakupov bir eserinde, II. Dünya savaşından önce bizim köye 6, 7 Gürcü ailesi sürgün edilmişti. Onların hepsinin Gürcü Müslümanlar olduğunu sonradan öğrendik. Çeçenlerin, Ahıska Türklerinin, Kırım Tatarlarının sürgüne gönderilmesi tesadüf değildi.

Sovyetler Birliği döneminde Türk ve Müslümanların sürgüne gönderilmesi Stalin’in Türklere ve Müslümanlara olan kininin bir neticesi idi. Stalin döneminde sürgüne gönderilenler arasında Müslüman ve Türklerin dışında milletler yoktur. Yine Sovyetler Birliği döneminde Müslüman milletlerin alfabeleri değiştirilmiştir.

Ermeni ve Gürcülerin alfabelerine dokunulmamıştır. Sovyet dönemindeki sıkıntıları dile getiren Vahabzade, özellikle 1906 yılında Ermenilerin yürüttükleri siyasete karşı Azeri milletvekillerinin susmasına karşı çıkarken 83 sene sonrada milletvekillerinin susmasına da karşı çıkar. O günlerde Milletvekillerine Açık Mektup şiirini yazar:

Sana ben oy verdim ki, yoldaş vekil

O yüksek kürsüde sesin gür olsun.

Sana öz oyumu vermedim ki ben,

Kulağın sağır, gözün de kör olsun.

Sana oy verdik ki, her karış yerin,

Ezeli sahibi menem diyesen.

Senin toprağına göz dikenlerin

Dersini vermekten çekinmeyesen.

Sana oy verdik ki, elin obanın,

İsteği, arzusu aksın sesinden.

Bar bar bağırasan: Suyun, havanın,

Milletin kökünü çürütmesinden.

Dedin mi bunları,

Yok! Bir dinsene    

Sana açılmıştı kulaklarımız.

Ağzına su alıp sustun… Ya sana

Milletin vekili nasıl diyek biz.

Halkın sövdüler yüzüne genşer

Sen sustun…

Vazifen susmakmış meğer?

Halkın şerefini korumayan kes,

Halkının vekili nasıl oldu bes?

Susmağa gönderdim meğer ben seni?

Ora gitmemiştin sen esnemeye.

Sen ora gitmiştin halkın derdini

Halkın dili ile açık demeye.

Lal gidip, lal geldin… Sen kimsin bugün?

Halkın vekiliyken halka yâd oldun.

Yoksa konuşmayı becerdiğin uçun,

Bu halkımın adından vekil oldun?      

HABER: ERDAL KARAMAN