Şeytan ve aldatma

“Onlardan gücünün yettiği kimseleri sesinle yerinden oynat; onlara karşı süvarilerinle, piyadelerinle haykırarak yürü; mallarına ve çocuklarına ortak ol; onlara vaadlerde bulun. Şeytan, insanlara, aldatmadan başka bir şey vaadetmez. Şurası muhakkak ki, benim (ihlaslı) kullarım üzerinde senin hiçbir hakimiyetin olamaz. (Onları) koruyucu olarak Rabbin yeter.” (İsra, 17/64,65) İblis, Allah’tan Hz. Adem ve zürriyetini kandırabilmek için mühlet

EKREM ERDEM 16 Nisan 2023 BLOG

“Onlardan gücünün yettiği kimseleri sesinle yerinden oynat; onlara karşı süvarilerinle, piyadelerinle haykırarak yürü; mallarına ve çocuklarına ortak ol; onlara vaadlerde bulun. Şeytan, insanlara, aldatmadan başka bir şey vaadetmez. Şurası muhakkak ki, benim (ihlaslı) kullarım üzerinde senin hiçbir hakimiyetin olamaz. (Onları) koruyucu olarak Rabbin yeter.” (İsra, 17/64,65)

İblis, Allah’tan Hz. Adem ve zürriyetini kandırabilmek için mühlet isteyip de gereken mühlet kendisine verilince, Cenab-ı Hakk O’na; “Git sana mühlet verdim!” der ve ardından da, ayette geçen hususlar sıralanır. (İsra, 17/62,63)

Şeytanın sesi, günaha davetidir. Münasebetsiz şarkı, türkü, hayasızlık vb. bütün bunlar, şeytanın sesine ve davet şekline dahildir. “Böyle yap” diye emredilmesi ise, şeriat-ı fıtriye açısından bir izin ve müsaadedir.

Celb, haykırmaktır. Şeytanın atları ise, her devrin binek vasıtalarıdır. Şeytan, hem bunlarla hem de bunlar olmadan celb etmektedir. Yani şeytan ordusunda bulunanların bazısında bu vasıtalar var, bazısında da yoktur. Ya da bu, çok çalışmaktan kinayedir.

Şeytanın mal ortaklığı, her türlü kötü kazanç ve gayr-i meşru alım-satımdır. Ayrıca faiz, gasp, hırsızlık ve fâsit muamelelerin hepsi de buna dahildir. Her an insanla beraber bulunmaya çalışan şeytan, ticarette de insanla beraber bulunur. Ticareti onun hile ve oyunundan kurtarabilmenin yolu, Allah Rasulü (sav)’nün gösterdiği yoldur: “Ey tüccarlar! Şeytan ve günah, alış-verişte hazır bulunur. Alış-verişinizi sadaka ile karıştırın!”

Evlatta ortaklığa gelince, bu zinaya davettir. Ayrıca çocuklara verilecek İslam dışı ahlak ve eğitim de bu manaya dahil kabul edilmiştir. Sonra çocukların sapık fikirlere sahip olması da, düşünülebilecek olan hususlardandır. Ayrıca çocuk olmaması için başvurulan vicdan dışı bütün tedbirler ve mutlak bir ifadeyle kişinin evladı üzerinde yapabileceği bütün tasarrufların kötüye kullanılması, şeytanın evlatta bir çeşit ortaklığıdır.

Şeytanın bütün maksadı, insanı, bâtıl itikad ve amellere teşvik; hak, hakikat ve itaatten nefret ettirmektir. Teşvik, ancak yapılacak olan şeyin hiç bir zararı olmamakla beraber büyük menfaatleri olacağını telkin etmekle; nefret ettirmek ise, tam aksine faydasız ve zararlı olduğunu söylemekle mümkün olur. Onun için şeytan bir günah ve masiyete davet edeceği zaman evvela, bu işde hiçbir zarar olmadığını söyler. Bu da şu telkinlerden birisiyle olur: “Ahiret diye birşey yoktur (!) Ne Cennet, ne de cehennem vardır. Dünya hayatından başka bir hayat da yoktur. Öyle ise, bu işi yapmakta ne zarar var (!)” Bunu söyledikten sonra da, o günahtaki lezzet ve zevk çeşitlerini sayıp döker ve “hayat böyle yaşamakla hayat olur” der.

İtaatten nefret ettirmesine gelince, şeytan, evvela bu işin lüzumsuz olduğunu söyleyerek telkinde bulunur ve “Cennet, cehennem, sevap, günah yoktur” der. Sonra da ibadetlerin ne kula ne de Mabud’a hiç bir faidesi olmadığından bahisle “Allah’ın, senin ibadetine ihtiyacı mı var?” v.b gibi sözler söyler. Bunu söyledikten sonra da ibadetteki külfet ve meşakkati nazara verir ve “Madem Cenab-ı Hakk’ın bizim ibadetimize ihtiyacı yok, öyle ise biz niçin ibadetlerimizi kendi isteğimize göre yapmıyoruz?” der. Böylece insanı itaatten nefret eder hale getirir. Halbuki şeytanın telkin etmeye çalıştığı bu sualin cevabı gayet basittir. Şöyle ki:

İbadet duygusu insanda Cenab-ı Hakk’ı bilmeye terettüp eden bir keyfiyettir. Yani insan, bir tarafta bu muhteşem kâinatı yaratan Zât’a delalet edecek nizam ve intizam arzeden baş döndürücü tabloları görür; görür ve sonra da bu fevkalade nizamı vaz eden nizam sahibi Nâzım’a intikal eder. İşte böyle, dikkat ve ibretle kâinata bakabilen kişi, hiçbir şeyi gayesiz, nizamsız göremez ve dolayısıyla kendisinin de bu nizama göre hareket etmesi gerektiğini anlar.

Bundan sonra insan, varlığa güzellik ve estetik yönünden bakar, onu öylesine güzel, o kadar harika bulur ki, adeta daha güzelini tasavvur etmek imkansızdır. İnsanın çehresinden zeminin yüzüne, ondan semanın yıldızlarla yaldızlanmış simasına kadar öyle büyüleyici bir güzellik, öyle baş döndürücü bir edâ ve insanı çıldırtan öyle tatlı bir şive vardır ki, bu renk ve bu âhenk cümbüşünü görüp de, bu muhteşem ve sihirli meşheri sergileyen Zat’ı iliklerine kadar hissedip duymamak mümkün değildir…

* * *

Editör: EKREM ERDEM