İletişimin İletişimsizliği

Şu aralar herkesin iletişim çağında olduğumuzu dile getirdiği aşina. Fakat iletişim denilen kavram kime göre ve neye göre değişiyor?  Günümüz gençliğiyle birlikte “teknoloji çağında” olduğumuzun vurgulanması mı iletişim, yoksa 3 aylık bir bebeğin gözlerindeki parıltı mı? Sosyalleşme adı altında adım adım asosyalliğe ilerleyen bir nesil olduk kanısındayım. Bir araya gelindiğinde, ne konuşmayı becerir olduk ne de tepkilerimizin kontrolünü sağlayabilir olduk. Hayatta

PANORAMA - NEWS 03 Mart 2017

Şu aralar herkesin iletişim çağında olduğumuzu dile getirdiği aşina. Fakat iletişim denilen kavram kime göre ve neye göre değişiyor?  Günümüz gençliğiyle birlikte “teknoloji çağında” olduğumuzun vurgulanması mı iletişim, yoksa 3 aylık bir bebeğin gözlerindeki parıltı mı?

Sosyalleşme adı altında adım adım asosyalliğe ilerleyen bir nesil olduk kanısındayım. Bir araya gelindiğinde, ne konuşmayı becerir olduk ne de tepkilerimizin kontrolünü sağlayabilir olduk. Hayatta mutlu olmanın temeli olan gülümsemeler bile yüzümüze yakışmaz oldu.  Sadece parmak uçlarımıza   “ :)“ noktalama işareti olarak yapışıp kaldı.

Etrafımıza bir göz gezdiriyorum da; 3 yaşındaki bir çocuk bile telefonu bizden iyi kullanıyor. 5 yaşındaki çocuk yaşını büyütmeyi akıl edip kendine Facebook hesabı açıyor. Hayattan alabildikleri tek lezzet kısacası; renkli bir ekran!

Oysa çocukluğumdaki zamanları hatırlıyorum… Bizim çizginin dışına taşırmadan boyamaya gayret gösterdiğimiz kitaplarımız, kırılmasınlar diye çantasına özenle yerleştirdiğimiz pastel boyalarımız, annemizin “nimettir ziyan etme” dediği patatesleri kaçırıp sulu boya baskısı yaptığımız resimlerimiz, sek sek oynamak için biriktirdiğimiz taşlarımız vardı… Dizlerimiz yaralı, pantolonlarımız çamurlu, dudaklarımız güleçti… Her şeyden önce bize verilecek küçük bir şeker için atmayacağımız çöp, süpürmeyeceğimiz kapı önü, gidilmeyecek çarşı-pazar, taşınmayacak su kovaları kalmıyordu.

Şimdi değil ki bir şeker, çikolata… Her şeyin en son modelini verseniz insanoğluna yine de memnuniyetsizlik diz boyu. Yine de suratlar güleç değil. Oysa çocukluğunda bir leblebi şekerine tav olan bir nesildik… Şimdi çocuklarımızı nasıl böyle samimiyetsizce yetiştirdik?

“Bizim olmadı evladım, senin olsun” lar mı çocuklarımızı bu hale getirdi ya da ilk önce kendimiz, kendimizi kaybettiğimiz için mi evlatlarımızı da bu iletişimsizliğimize kurban eder olduk?

Daha yeni doğan bebeklerimize sosyal ağlarda hesap açtık… İlk adımlarını Facebooktan, diş çıkarmalarını Twitterdan, ilk anne değişlerini İnstagramdan paylaştık… Ailemizle bir araya gelince anlatacak hiçbir şey bulamadık. Geçen gittiğimiz balıkçıyı anlatmak istesek; Facebook’ta gördüm derler, Uludağ’daki kayak maceramızı anlatsam; onu da izledim derler yine. Ne kaldı hatıralarımızda gülerek anlatacak, ağlayarak iç geçirecek?  Yüzüne baktığımda neşemizi paylaşacak neyimiz kaldı? Konuşacak bir şey kalmayınca da ortada koca bir sessizlik oluşuyor. Herkes bir diğerinin yüzüne bir konu açsa da konuşabilsek diye bakıyor. Ama kimsenin kimseden farkı yok ki. Baktığınızda böyle bir durumda herkes yine telefonuna tabletine sarılıyor.

Konuşmayı mı unuttuk ki insanlık olarak?   ”Derdimizi anlatacak kadar” dan daha fazla Türkçemiz olmasına rağmen derdimizi anlatamaz olduk. Yediğim yemeği paylaşacağım derken; birlikte yemek yemelere geç kaldık. Bayramlarda bir sağdan bir soldan daha resim çekineyim derken; misafirleri kaçırdık. Kimse görmesin, özenmesin diye kapı arkalarında yediğimiz yemekleri şimdi sayfalarımızda paylaşıp özendirir olduk. Belki de etrafımıza bakmak yerine sürekli teknolojik aletlere baktığımız için hayatımızın fırsatlarıyla fark etmeden vedalaşır olduk.

Televizyonlarda dizilere kapıldık, gerçek sandık. Masallardaki prensleri beklerken, etrafımızı beğenmez olduk. Genç nesil ailesini yok sayıp arkadaşlarının düşünceleriyle harman oldu. Biri Facebook aşkını buldu biri İnstagram dostunu… Artık açık çarşıda ne “Amca param çıkışmadı. Şu kadara olsa olmaz mı?” diyen bir müşteri, ne de “Olsun kızım helali hoş olsun…” diyen bir esnaf kaldı. Korkuyorum yakında domatesimizi de koklamadan alacak olmaktan…

Yeni nesil şöyle böyle diye çokta hayıflanmamak gerek diye düşünüyorum.  Sevdiğim bir yazarın dile getirdiği gibi; sonuçta kamerayı nereye çevirirseniz fotoğraf olarak orayı çekecektir. Koca gece televizyon başında oturup çocuklarıyla oynamayan bir babaysanız, çocuğunuzun internet aşkıyla kaçtığını da evladınızdan değil, televizyondan duymanız çok doğal olacaktır.

Eğer ki evladınızın hislerinden çok, milletin ne dediğiyle ilgilenen bir anneyseniz o zamanda, evladınızın belki de intiharın eşiğinde olduğunu onun gözlerinden değil, milletin dediği son sözlerinden anlayacaksınız. Siz evladınızı evinizde yada toplum içindeki davranışlarıyla takip etmeyip, sosyal ağlardan sahte hesaplarla takip ediyorsanız; yada oğlunuza beğendiğiniz kızın resimlerini görmek için ilk önce Facebook adresini soruyorsanız; hatanın nedenini çokta çocuklara atmamak gerek diye düşünüyorum. Eğer işe karşımızdakini eğitmekten çok, kendimizi eğitmekle başlarsak, o zaman sosyalleşme ve iletişim dediğimiz şey gerçek anlamını bulur kanısındayım…