Dilden kalbe giden Hakk yolu: Zikir

“Dikkat edin, kalbler ancak Allah’ı zikretmekle huzura kavuşur.” “Beni anın ki Ben de sizi anayım” ayetleri Allah’ı anmanın Hakk’a ulaşmanın en emin ve kuvvetli yolu olduğunu işaret etmektedir. Kur’an’da zikir, Allah’ı anmak, O’nu hatırlayıp hiç unutmamak anlamında kullanılmıştır. Hz. Peygamber de zikri tavsiye etmiştir. Bir hadislerinde; “Size amellerin en hayırlısını haber vereyim mi? Allah’ı zikretmek”

PANORAMA - NEWS 28 Eylül 2021 BLOG

“Dikkat edin, kalbler ancak Allah’ı zikretmekle huzura kavuşur.” “Beni anın ki Ben de sizi anayım” ayetleri Allah’ı anmanın Hakk’a ulaşmanın en emin ve kuvvetli yolu olduğunu işaret etmektedir.

Kur’an’da zikir, Allah’ı anmak, O’nu hatırlayıp hiç unutmamak anlamında kullanılmıştır. Hz. Peygamber de zikri tavsiye etmiştir. Bir hadislerinde; “Size amellerin en hayırlısını haber vereyim mi? Allah’ı zikretmek” buyurmuşlardır.
Ayet ve hadisler ışığında bir hayat yaşamanın tutkunu olan mutasavvıflar da, zikre önem vermiş, onu tasavvufun olmazsa olmaz bir parçası haline getirmişlerdir. Bu anlamda Hacı Bektâş-ı Veli’nin de zikri tavsiye ettiği görülmektedir:
“Dervişe lazımdır ki daima zikrullah ile meşgul olsun ve zikrullahın gayrisinden hariç olsun. Halvet, uzlet ve halktan itikafı ihtiyar etsin. Ta ki, zikru’llahda istikamet hasıl olsun ve dünyaya meyli azalsın. Yani dünya muhabbeti kendi zatında yol bulmasın. Ta ki, muhabbetu’llahtan hâlî (boş) kalmasın. Ta ki, zikru’llahın ve muhabbetu’llahın lezzeti müyesser olsun (gerçekşeşsin). Havatırı nefsi ve şeytandan halas bulsun (kurtulsun). Lezzet-i şehevatı terketsin. Ta ki, lezzet-i zikir ve marifet ele gelsin. Bu babda denilmiştir ki: zakir, ancak masiva’llahın (Allah’tan başkasının) zikrinden hariç olandır.”
Hacı Bektaş Veli, dünya sevgisinden kurtulup Allah’a kavuşmaya tâlib olan dervişlere adeta bir kalb reçetesi vermektedir. Dervişlere, dünya sevgisinden kurtulup Allah sevgisinin tadına, lezzetine varmanın yolunun Allah’ı zikretmekten geçtiğini haber vermektedir.
Başka bir yerde ise zikrin, dervişliğin ayrılmaz bir parçası olduğunu anlatmaktadır: “Din büyüklerinden alimler, padişahlardır. Alimlere fikir lazımdır, dervişlere zikir. Zira ki fikirsiz alim serabdır, zikirsiz derviş harabdır. Fikirsiz alim kanatsız kuştur, zikirsiz derviş yapraksız ağaçtır. Fikirsiz alim Nuh’suz gemidir, zikirsiz derviş ruhsuz kalbdir. Fikirsiz alim Tur’suz Musa’dır ve zikirsiz derviş nursuz kandildir. Alimlere ilim gerek, dervişlere velayet.”
Makalat’ında; “her kim Hakk Subhanehu ve Teala’nın adını zikrederse, icab edenlerden mahrum kalmaz” diyen ve daha sonra “Beni anın ki Ben de sizi anayım” ayetini buna delil getiren Hacı Bektâş-ı Veli, manevi terakkinin zikru’llah ile mümkün olduğunu anlatmaktadır. Aynı anlayış Yunus Emre’de de mevcuttur:
“Allah emrin tutalım
Rahmetine batalım
Bülbül gibi ötelim
Allah Allah Kerim Allah
Rahim Allah diyelim
Allah adı uludur
Emrin tutan kuludur
Mü’minlerin yoludur
Allah Allah Kerim Allah
Rahim Allah diyelim
Allah adı dillerde
Sevdası gönüllerde
Şol korkulu yerlerde
Allah Allah Kerim Allah
Rahim Allah diyelim”
Alevî Bektâşî erkânında on iki terkli (dilimli) olan “Hüseynî” veya diğer ismiyle “Elifî” tacı, ancak zikr-i kalbî makamına ulaşmış (kalben daima Allah’ı zikreden) dervişler giyebilir.
Bektaşilikte zikir makamlarındaki terakki, manevi yükselişin ölçüsüdür ve bu manevi yükseliş, giyilen çeşitli taclarla sembolize edilir. Zikr-i kalbî makamına ulaşmış bir dervişte, on iki tane şart aranır. Bu şartlar şunlardır:
1. Bilgi sahibi olmak,
2. Allah’a isyankar olmamak,
3. Nefsine uymamak,
4. Gaflette olmayıp, kalb gözü açık olmak,
5. Tamah etmemek,
6. Dünyaya bağlanmamak,
7. İsteklerden geçmek,
8. Şehvetperest olmamak,
9. Kibirsiz olmak,
10. Kimseye acı ve zarar vermemek,
11. Pinti ve aceleci olmamak,
12. Kazaya rıza ile teslim olup, vesvese etmemek.
Bir insan-ı kâmilde bulunması gereken bu on iki şartın neler olduğu, zikr-i kalbî makamına ermek ve Hüseynî tacı giymek isteyen Bektâşî dervişi tarafından bilinmektedir. Bu bilgi, onu hem daha fazla zikirle meşgul olmaya, hem de sadece zikirle kalmayıp, yukarıda geçen ilmî ve ahlâkî vasıfları kazanmaya doğru yönlendirmektedir. Böylece hem Allah’a, hem de insanlara yakın bir insan portresi karşımıza çıkmaktadır: “Zikir, fikir ve şükürle gözü ve gönlü doymuş, ruhu itminan ve sükûnete kavuşmuş insan.”
Pir mürşid huzûrunda, hakîkat meydânında, dedenin okuduğu duâ ve tercümânlara, zâkirin okuduğu deyiş, nefes ve düvaz-imâmlara “Allah Allah” sesleriyle katılan tâlibler de Hakk’ı zikretmenin doyulmaz tadına varmaktadırlar. Zikrin tadını dilden kalbe, kalbden de rûha indirerek, sırlarını ilâhî nağmelerin eşliğinde aşk, şevk ve muhabbetle doldurmaktadırlar.
Tüyleri dahi dil kesilen âşık ve sâdıkların zikirleri ilâhî lütuf ve inâyetin gönülleri ma’mur eden manevî feyzinden istifade etmek için Rabb’e gönderilen bir davetiye gibidir. Erenler meydanında Hakk’ın huzûrunda öyle bir noktaya gelinir ki âşık ve Ma’şûk, zikredenle zikredilen “bir” olur. Böylece farktan ceme, kesretten vahdete, gurbetten de vuslata erilmiş olur.
Bu manevî hal kalbin bütün derinliklerinde yaşanınca söylenecek bir söz kalır:

ÖNE ÇIKANLAR