Cenab-ı Hakk’a kul olma!

Ara sıra mahzun, mükedder, mağmum, fakat ümitli nazarlarımızı sonsuza çevirerek, o kapının tokmağına bir kere daha dokunsak; cevap gelmeyince de “Ya Sabûr” deyip yeniden beklemeye dursak. Bu uzun bekleyişte ara sıra kapı aralanır gibi olsa, sonra da tekrar yüzümüze kapansa “Yine çağrılmadık, demek ki, izharı liyakat edememişiz” diyerek, hiçbir şey olmamış gibi, dopdolu vefa hisleriyle

EKREM ERDEM 04 Aralık 2020 BLOG

Ara sıra mahzun, mükedder, mağmum, fakat ümitli nazarlarımızı sonsuza çevirerek, o kapının tokmağına bir kere daha dokunsak; cevap gelmeyince de “Ya Sabûr” deyip yeniden beklemeye dursak. Bu uzun bekleyişte ara sıra kapı aralanır gibi olsa, sonra da tekrar yüzümüze kapansa “Yine çağrılmadık, demek ki, izharı liyakat edememişiz” diyerek, hiçbir şey olmamış gibi, dopdolu vefa hisleriyle bu ızdıraplı, fakat zevkli intizarı devam ettirsek…

Bu sadakatin neticesinde ümid edilir ki, bir gün gelecek -biz farkına varalım varmayalım- “Liyakatınızı izhar ettiniz” deyip mutlaka içeriye “buyur” edeceklerdir. Kur’an’da:”Bana verdiğiniz sözde sebat edip mevzi değiştirmeyin, cephe değiştirmeyin, muvakkat hâdiseler karşısında yılgınlık göstermeyin, Ben de size verdiğim sözü îfa edeyim)” buyuruluyor. Bu ifade ile deniliyor ki: Aramızdaki mukaveleyi nakzetmek, Benim tarafımdan katiyyen sadır olmaz.

O mukaveleyi bozarsanız siz bozarsınız. Öyleyse, bu mevzuda sebat edin ve mukaveleyi bozmayın! Bozmayın ki, Allah kapısı bir gün mutlaka açılacaktır.
Ama, soralım kendimize acaba biz, bu ölçüde sadâkat ve vefâ ile, hiç ayrılmadan o kapının önünde devam edebildik mi? Yılmadan, yılgınlık göstermeden, darılmadan o kapıda dişimizi sıkıp dayanabildik mi? Yoksa bir kere kapı yüzümüze kapandı diye bozulduk mu? Kâinattaki hâdiseler bizim çürük hendesemize göre cereyan etmedi diye sadâkatsizlik yaptık mı? Halbuki ”Gemiler, nefis, heves ve arzulara göre cereyan etmez” Ayrıca onların dümeni başkasının elindedir, o derya başkadır.. o deryada umum sefinelere hükmeden de başkasıdır.. onlar hevesâtımıza göre cereyan etmezler, O’nun istek ve emirlerine göre cereyan ederler. “O, neyi dilerse o olur, olma dediği şey de olmaz” Bu, Allah Rasûlü’nün bize, Cenab-ı Hakk’a teslim olmayı ifade eden nurlu beyanlarından bir beyandır ki, sabah akşam virdlerimiz içinde tekrar eder dururuz.

Cenab-ı Hakk’a kul olmak istiyorsak, tasavvufî ifadesiyle, “fenafillah” olma mecburiyetindeyiz. Ayrıca bütün güzellikleri, bütün mehâsini Allah’tan bilme, hizmetteki bütün duraklamaları, bütün tevakkufları, bütün falso ve fiyaskoları da nefsimizden bilme mecburiyetindeyiz… Zaten Kur’an da öyle buyuruyor: “Ma esabeke min hasenetin feminallah vema esabeke min seyyietin femin nefsike.” (Nisa/79). Başka bir yerde de mealen: “Başınıza ne musibet geldi ise, o ellerinizin kazancı iledir; kaldı ki Allah çoğunu da affediyor” deniliyor. Musibetler günahlarımızdan, hatalarımızdan, içimizin kararmasından, benliğimizin altında kalıp ezilmemizdendir. Kaldı ki Allah çok merhametli olduğu için, her kötülüğümüzden dolayı, hemen bizi muâheze de etmiyor.. Hatta çoğunu affediyor. Bu itibarla O’nun affına, gufranına karşı minnet ve şükran hisleriyle meşbu bulunmalıyız. Her ne ise, Rabbim bizi, meccani olarak af buyursun.

Allah’a gerçekten kul olmak lazım. Allah’a kul olunca rahat ederiz. Bunu vicdanında çok iyi yaşayan insanlar vardır. Evet mal, menal, evlad-ü iyal, her şeyi gözünden silmiş, sadece “Seni, Seni isterim!” diyen Yunus gibi, ne cennet hurî-gılmânı ne de başka şey, bana Seni gerek Seni! diyebilecek kadar bu mevzuda, tamamen Allah’a teslim olmuş mü’minler vardır. Zannediyorum ki benim, bu anlattıklarımın ötesinde onlar bu beyanlarımdan kendi ruh ve vicdanlarında geliştirdikleri bu meselenin gerçeğine intikal eder, kendi mir’ât-ı ruhlarında onu görür, o büyük hakikatın ihtişamı karşısında, hayret ve hayranlığa düşer ve bir zevk-ü neşve içinde askerliklerini sürdürürler.
* * *
Editör: EKREM ERDEM