Siyaset ve din

Dinlerarası, mezheplerarası ve kültürlerarası çok kültürlülük, çoğulculuk fırsatlarının farklı mezhep ve dinlerin teologlarıyla birlikte değerlendirilerek ortak yaşam alanlarının/imkanlarının bulunması acil bir ihtiyaç olarak gözüküyor. Başta selefizm/radikalizm olmak üzere, terör ve şiddete eğilim, dindarlığın milliyetçilikle özdeşleşmesi, demokrasi karşıtlığı, bilim ve teknolojiye bakış, farklı inanç mensuplarına ve inanmayanlara bakış, kadın ve çocuk hakları gibi konular olmak üzere

PANORAMA - NEWS 23 Temmuz 2021 YORUM

Dinlerarası, mezheplerarası ve kültürlerarası çok kültürlülük, çoğulculuk fırsatlarının farklı mezhep ve dinlerin teologlarıyla birlikte değerlendirilerek ortak yaşam alanlarının/imkanlarının bulunması acil bir ihtiyaç olarak gözüküyor.

Başta selefizm/radikalizm olmak üzere, terör ve şiddete eğilim, dindarlığın milliyetçilikle özdeşleşmesi, demokrasi karşıtlığı, bilim ve teknolojiye bakış, farklı inanç mensuplarına ve inanmayanlara bakış, kadın ve çocuk hakları gibi konular olmak üzere disiplinlerarası araştırma ve yayınlara ihtiyaç var.
Böylesi fikir ve projeleri Türkiye’de yaşayan ilahiyatçıların gerçekleştirme şansları ise “hiç yok” denebilecek kadar az. Eğer organize olabilirlerse yurt dışında yaşayan ilahiyatçılara çok iş düşüyor.

Türkiye’de yaşayan ilahiyatçıların en büyük açmazı; her şeye doktriner (mezhep merkezli) bir bakış açısıyla yaklaşıyor olmalarıdır. Sanki İlahiyat Fakülteleri İslâm’ı ve diğer dinleri araştırmak için değil de Sünnîliği araştırmak ve ona meşruiyyet kazandırmak için açılmış gibi bir anlayış var.
Fakir bu durumu bizzat yaşayanlardan birisiyim. Çorum Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde “Alevilik Bektaşilik Araştırmaları” isimli seçmeli bir ders açmıştım. Bu derste Alevilik Bektaşiliğin tarihini, kaynaklarını, edebiyatını, adab ve erkanını vb. konuları öğretiyor, sonra da öğrencileri cemevine götürüyordum. Öğrenciler de bu derse yoğun bir ilgi gösteriyorlardı.
Fakiri sürekli sağa-sola şikayet eden, sürekli aleyhimde iftiralar atan bazı akademisyenler Aleviliği anlattığım için arkamdan “fakültenin dokusunu bozduğumu” iddia ediyorlarmış. Kuşkusuz bunun nedeni; ilahiyat fakültelerindeki mezhepçi yapı.

Alevilerden de alınan vergilerle maaşları ödenen bu akademisyenler malesef Alevilik Bektaşiliğin araştırılmasını, öğretim konusu yapılmasını ve kaynaklarının yayınlanmasını hiç bir zaman hazmedemediler. Halbuki öğrencilerin ülkenin önemli bir nüfusunu oluşturan Alevîlerin inanç, ibadet ve ahlâklarıyla ilgili bilgi sahibi olmalarından daha tabi ne olabilir?

Sonuç olarak Türkiye’de önce ilahiyatlardaki bu anlayış değişmediği sürece hiç bir şey değişmez ve sosyal barış da sağlanamaz. Bir ilahiyatçının insan veya hayvan hakları konusunda inisiyatif aldığını görebiliyor muyuz?
Çünkü böyle bir dertleri yok. Rahatları yerinde. Maaşlarını alıp helalmiş gibi yiyorlar ama Alevilik başta olmak üzere ülkenin ve İslâm’ın hiç bir problemi ile yakından ilgilenmiyorlar.

Siyasilere fetva yetiştirmenin rantı olduğu için bütün işlerini bırakıp bu tür işler için koşturuyorlar. Örneğin mesai arkadaşlarını veya öğrencilerini “şucu-bucu” diye ihbar etmekten en ufak bir vicdanî rahatsızlık duymuyorlar. Mutlaka istisnaları da var ama malesef çok az.

Anlayacağınız Muaviye ve Yezid’in, dini siyasetin bir nesnesi haline getirdiği günden beri çok da değişen bir şey yok. Bunu değiştirecek mezhep tutuculuğunu aşmış, İslâm’ı iyi bilen, ufku ve zihni açık, cesur ilahiyatçılara ihtiyaç var.

Musa Kazım Horasânî

ÖNE ÇIKANLAR