İslam ve çevre bilinci

Çevre meselesi günümüzün en önemli meselelerinden birisidir. Gelişmiş ülkeler bu konuya çok önem vermektedirler. Müslümanlar ise, her ne kadar din, kültür ve medeniyet açısından bu meseleyi çok önemseyen bir gelenekten gelseler de maalesef çevre konusuna yeterince duyarlı gözükmemektedirler. Çevre konusunu ele almaya, öncelikle çevre(miz)in neden oluştuğu ve nerelere kadar uzandığını ele alarak başlamak yerinde olur.

DR. MUSTAFA AKDAĞ 06 Şubat 2019 YORUM

Çevre meselesi günümüzün en önemli meselelerinden birisidir. Gelişmiş ülkeler bu konuya çok önem vermektedirler. Müslümanlar ise, her ne kadar din, kültür ve medeniyet açısından bu meseleyi çok önemseyen bir gelenekten gelseler de maalesef çevre konusuna yeterince duyarlı gözükmemektedirler.

Çevre konusunu ele almaya, öncelikle çevre(miz)in neden oluştuğu ve nerelere kadar uzandığını ele alarak başlamak yerinde olur. Zira çevre bugün pek çoğumuzun sandığı kadarı ile sadece sokak ve parklardan ibaret değildir.

Çevre bizi çevreleyen her şeyden oluşur. A dan Z ye mikrodan makroya kadar her şey. Ve bunun bilincinde olmak ve çevremizdeki bu şeylere yani eşya ve canlılara karşı sorumluluklarımızı bilip hakkı ile yerine getirmek de gerçek bir Müslümanlık alametidir.

Burada eşya (yani varlık ve canlılar) ile sorumluluk kelimelerine dikkat çekmek gerekir. Bunun Kuran’ın özü olan, insanın var oluş ve gönderiliş amacının belirlenmesi ile de direk alakası vardır.

Nitekim insanoğlu yeryüzünde halife olarak yaratılmış ve taşıdığı vasıflar ve kendine lütfedilmiş kabiliyetler açısından da övülmüş bir varlıktır (Bkz. al-bakara 2: 30-34). Yani merkezi bir konumdadır. Her şey ona musahhar kılınmıştır. Onun çevresini oluşturan mahlukat, yani melek, cin, insan ve nebatat (cisimler de canlıdır) da kendi görevlerini icra ile mükelleftirler. Bu görev Allah’ı zikretmek, onu tanıyıp birlemektir.

İlahi dinler kâinatın yaratıcısının Allah olduğunda mutabıklar. Yani Allah ile Kainat arasındaki ilişkinin varlığı hepsince kabul görmüştür.

İnsanın konumu ise Allah-kainat-insan ilişkisi içinde ele alınırsa tam anlaşılabilir. Varlığı yaratan Allah emanet olarak insana bir sorumluluk ve tasarruf yetkisi veriyor. Bu yetki ve görevin ise Halifeliktir. Bu yönüyle Allah aslında insanı hem onurlandırmış, hem imtihan etmiş, hem de hiçbir şeyin sahipsiz olmadığını göstermiştir.

Yani insan bir yaratılmışlar manzumesi içindedir ve yalnız değildir. Sorumluluk nokrasında da Allah’a ve O’nun mülküne karşı dikkatli olmalıdır.

Yine Kuran bize Cennet tasvirleri yaparken ve  huzur ve sükûneti tavsiye ederken baskın olan bir özelliğimizi de vurgulamaktadır ve geçici de olsa bu dünyada ebedi cenneti tattırıp ebedi nimetleri buradakilerle kıyaslatarak görün yani “burayı bir nevi cennete çevirerek sükûnet ve huzuru sağlayın” demektedir.

Bu yönü ile de huzurun temel şartı tabii yani doğal olanı ve çevreyi korumamızdır (bkz. Maide, 31). Sebepler dairesinde de O’nun hayat isminin tecellisi, hal değişiklikleri sonucu oluşturduğu bir ekolojik denge ve dönüşüm ile bize gösterilmiştir.

Dönüşümün esaslarından olan doğma, büyüme ve ölme şeklindeki dairesel varlık silsilesinde varlığın dönüşüp tekrar toprakla buluşması ve her şeyin çift şekilde yaratılması ise kainattaki dengeyi koruma adına mühimdir. Bu şekilde çevrenin bir de öğretmen rolü vardır.

Aslında İslam kelimesinin de kök itibari ile selamet ve barış manalarına geldiğini düşünürsek mevzunun çevre ile bağlantısı olduğunu görürüz. Zira barış için en az iki şey lazımdır.

Evren ise makro ve mikro düzeyde yani uzay ve gezegenlerle başlayan ve kıtalar, ülkeler ve şehirlere kadar inen makro alem ile sokağımız, bahçemiz, evimiz, yatak ve dolabımız, hatta eşyalarımız ve bedenimize kadar indirgeyebileceğimiz mikro alemlerden oluşmakta ve bedenimizin de ruhumuzu çevrelediğini düşünürsek bizi çepeçevre sarmaktadır. Bu durumda beden temizliğinin ruh temizliğine bir şart olarak kabul edilmesi manidardır.

Yapma ve tasarruf etme yetkisi verilmiş bir akıllı varlık olarak insan, çevresindeki imkânları yani eşyanın formunu hem korumak hem de geliştirmekle yükümlüdür.  Aslında bu hayat felsefesi veya varoluş gayesi denilen şeydir.

Bu tasarrufta dikkat edeceği veya hedeflediği şeyler vardır ki bunlar da estetik, güzellik, zarafet gibi iç ve dış ahlaki değerlerdir.

İnsan tabiat, yani nebatat ve hayvanat üzerinde, toprak, su ve hava unsurlarının da yardımları ile tasarrufta bulunur ve hem tarım, hayvancılık ve avcılıkla, beslenme, korunma ve enerji ihtiyaçlarını giderir hem de bu kaynakların yok olmaması için tedbirler alır ve nesillerin devamını sağlamaya çalışır.

Bu yönü ile onun en büyük destekçisi tabiat, yani çevredir ve onu hor kullanırsa bu bizzat insanın aleyhinedir.

Bu duyarlılığın oluşmasına çevre bilinci denir ve “dini, kültürel ve evrensel değerler çerçevesinde Allah, kainat ve kendimizle barışmak” şeklinde özetlenebilir.

Bunun temel unsurları da: temizlik, düzen, intizam, uyumluluk, yenilik-eskilik, yenilenebilir kaynaklar üretme, geri dönüşüm-tasarruf ve, lüks ve israfa girmeme, gereğinden fazla üretim ve tüketim yapmama, sürdürülebilirlik, maliyet ucuzluğu ve en önemlisi de sağlıktır. Bütün bunların denge içerisinde götürülmesi ise esastır.

Ayrıca bu bilincin yeni nesillere eğitim yolu ile yani anaokulundan itibaren hem teorik hem de uygulamalı olarak kazandırılması ve gerekirse ödül ve ceza ile ve kanuni yollarla da desteklenip korunması gerekir. Bu bilinç, hem kişisel hem de toplumsal bir olgudur ve önderlerin, büyüklerin ve medyanın da hem örnek hem de destek olması ile ancak global bir bilince dönüşür.