Feminizm erkek düşmanlığımı?

Merhaba sevgili okuyucular! Uzun bir aradan sonra bu günkü konuyu Feminizm üzerine seçmeye karar verdim. Bir yandan 25 Kasım’ın ”Kadına yönelik şiddete karşı mücadele günü” olması vesilesi, diğer yandan tüm dünyada ve Türkiye’de kadın hareketleri, kadınların eşitlik ve hak mücadeleleri feminizmin tartışılan ve konuşulan bir konu olmasını gündeme getiriyor. 19. yüzyıl  başlarında oluşan kadınların eşit

MELEK KANDİLLİ 05 Kasım 2018 YORUM

Merhaba sevgili okuyucular!

Uzun bir aradan sonra bu günkü konuyu Feminizm üzerine seçmeye karar verdim. Bir yandan 25 Kasım’ın ”Kadına yönelik şiddete karşı mücadele günü” olması vesilesi, diğer yandan tüm dünyada ve Türkiye’de kadın hareketleri, kadınların eşitlik ve hak mücadeleleri feminizmin tartışılan ve konuşulan bir konu olmasını gündeme getiriyor.

19. yüzyıl  başlarında oluşan kadınların eşit hak talepleri ve daha sonra feminist hareket olarak dünyada yerini alan bu akımın hala bir çok insan tarafından yanlış anlaşıldığını, hatta erkek düşmanlığı, kadınların erkeklerden daha üstün olma çabası gibi görüldüğünü fark ediyoruz.

Bu konuya biraz açıklık getirelim. Feminizm nedir? Kadın hareketi ve mücadelesi neden var?  Sadece kadınlar için değil, tüm ezilenler ve toplum için neden önemli? Erkekler, kadınların eşitlik talebine destek vermesi gerekiyor mu? Neden erkekler destek vermeli? gibi sorulara birlikte bakalım.

İnsanlığın ilk evriminde ilkel komün topluluklarda kadının bugünkünden farklı ve üstün bir konumu vardı. Sadece soyun devamını sağlaması değil, ailenin tüm üyelerinin yaşamasını sağlayacak yiyeceği bulması, üretmesi ve topluluğu bir arada tutacak kurallar dizgesini canlı tutması nedeniyle de kadın, topluluğun kurucu öğesiydi.

Marks ve Engel’sin gösterdikleri

İnsan toplulukları emek üzerine kurulmuştur. Üretmek ve insan soyunun devamını sağlayacak çocuklar doğurmakta kadının payına düşmüştü. Anasoylu toplumda erkekler av ve savaşla uğraşırken, kadınlar topluluğun bütün üyelerinin yaşamının gereklerini üreten kişilerdi. Yani ilk tarımı bulan, ilk ekmeği pişiren, ilk ipi dokuyan, insanlığın en önemli iletişim dilini bulan kadın olduğu gibi, toplumda barışçıl ve paylaşımcı bir yaşamı da kurallar dizgesini oluşturarak meydana getirende kadınlardı. O dönemdeki toplumun erkekleri, kadınların bu vasıflara sahip olmasının bilincindeydiler. Ve kadınları bu anlamda kutsal sayarlardı. Yunan, Roma, Anadolu, latin Amerika, Afrika, Orta Asya ve Hindistan gibi bir çok ülkelerin geçmiş tarihlerinde isimleri Artemis, Kybelle, Umay Ana, İstar ve Lanna gibi ana tanrıçalara rastlamak hala mümkündür.

Bu kadınların üretimde olduğu, toplumun kurallarını oluşturduğu, toplumun kurucu öğesi sayıldığı ve saygı duymanın kutsal olarak görüldüğü bir dönem yaşandı. Onbinlerce yıl insanlık bu şekilde yaşamasına rağmen sonra ne oldu da kadın ikinci plana itildi. Üretimden, sosyal yaşamdan, birey olmaktan eve hapsedilen, erkeğin hizmetine ve mülküne giren, eğitimden, sosyal yaşamdan men edilen ve cinsel bir obje gibi görülen, alınıp, satılabilen, tecavüz edilebilen, savaşlarda esir pazarlarında satılan ve ev içi emeği ve üretimi dahi yok sayılan bir duruma düştü.

Bundan tahmini 4–5 bin yıl önce anasoylu eşitlikçi toplumdan koleci sınıflı topluma geçiş süreci başlar. Bugün bilinen en önemli ataerkil devlet (ordu-devlet) Mezopotamya’da Akadlar ve Sümerlerdir. İşte erkek egemen devlet anlayışı ile birlikte anasoylu dönemin sonuna gelinmiştir. Artık şiddet, fiziksel güç, savaşlar ve ordular toplumsal düzeni kurmaya başlamış, toprakları işgal edip krallıklar ilan edilmiş, insanlar köle olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Tam bu aşamada komün yaşam sistemi kurmuş olan eşitlikçi anasoylu toplumdaki kadınların da artık statüsü değişmiştir. Kadın artık özgür bir birey olmaktan çıkarılmış, vücudu tahrik unsuru sayılmış, kapanması ve sosyal yaşamda fazla kendini göstermemesi uygun görülmüştür. O artık bir birey değil, bir erkeğin malıdır ve ona göre yaşaması gerekmektedir.

Kadınlardan sıfacılığı (doktorluk), tarımı, üretimi, sosyal yaşamın kurallarını öğrenen erkekler artık başa geçmiş ve kadınların bu işlerle uğraşmasını yasaklamışlardır.

Şimdi çok tartışılan bir konu;  ‘İslamiyet ve kadın, kadının kapanması ve ikinci sınıf bir vatandaş durumuna düşmesi aslında islamiyetten çok önce başlamış. Çok tanrılı pagan dönemlerden Sümerler‘e, Mısır‘a, Helenlere, Musevilere, Hıristiyanlığa ve oradan da islamiyete geçmiştir.

Bu kadının yazısız tarihini bu şekilde bir ön bilgi ile aktardıktan sonra gelelim 19. ve 20. yüzyılda başlayan kadın mücadelesi ve kadın hareketi ile yeniden gündemimize oturan feminizm akımına.

Feminizm kelimesi latince kelime olan ‘femina’dan‘ türetilmiştir ve kadın anlamına gelir. Bu kelimeden türetilen feminizm kavramı, eşitliği ve toplumsal guruplar arasındaki eşitsizlik üzerine kurulan farklılıkların yok edilmesini savunur. Feminizmin temeli kadın özgürlüğüne dayanır. Feminizm cinsiyetle ilişkisi olan sorunları araştırır ve analiz eder. Cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırmak tüm dünyadaki kadın sorunlarını çözmek ve iyileştirmek başlıca amaçları arasındadır.

Feminizm kavramı ilk olarak filozof Charles Fourier tarafından kullanılmıştır. (1772-1837) Daha sonra aydınlanma çağında lady Mary Montag ve Marquis de Condorçet kadınların eğitim hakkını savunarak feminizmin temellerini atmışlardır.

Feminizm deyince ilk akla gelen kadınlar olsada, feminizmi savunan erkeklerde vardır. Feminizmin derdi erkekler değil, ataerkil sistemler ve yapılarladır. Feminizm ezme ve ezilme ilişkisi olan ataerkil düzene karşı mücadele eder ve bu anlamda bu düzene dahil olan herşeye karşıdır. Feminist olmak yalnız yaşamak, erkeklerden nefret etmek değildir, feminizm bir adalet arayışıdır.

Feminizmin ortaya çıkışı kadın haklarıyla ilgili olsa da, sadece bununla sınırlı kalmamıştır. Feminizm akımı eşit bir dünyayı savunur, ilk ortaya çıktığı andan itibaren kölelik, eşit vatandaşlık, insan hakları, savaş karşıtlığı, ekoloji gibi bir çok konuların tamamında feministler bulunmuştur. Ayrıca sınıf mücadelesi, ırkçılığa karşı bir çok insan haklarının gelişmesine de katkı sağlamıştır.

Doğum yapan anneler için emeklilik sigortası değiştirildi

Bir dipnot olarak Almanya‘da emeklilik sigortasının kadınların çocuk doğurması ve bakımı için vermiş olduğu prim puanları için mücadele eden kadın örgütlerinin baskısı ve mücadelesi sonucu 01.07.2014‘den itibaren 1 yıl çocuk doğurup büyüten annelere emeklilik primi yatırılmış gibi hesaplanıyor. Ancak bu yasa 1992‘den önce doğum yapmış olan anneleri kapsamıyordu, 1992‘den sonra doğum yapan annelere 3 puan vererek her bir çocuk bakımına 30 Euro emeklilik bağlanıyordu.

Kadın örgütleri ve sivil örgütlerin imza kampanyaları ile 1992’den önce doğum yapanlarında bu haktan faydalanması sağlandı. Ne yazık ki, Merkel hükümeti uzun tartışmalardan sonra 2 puan vermişlerdi. Şu sıralar 1992’den önce doğum yapmış ve çocuk bakımını üstlenmiş annelerin de 3 puan alması için hükümete baskı yapılıyor ve imza kampanyaları başlatıldı.

Bu anlamda hükümet 2019‘dan itibaren emeklilik primlerinde bir dizi iyileştirmeler gerçekleştirsede, 1992 yılından önce doğum yapmış olan annelere tam olarak 3 puan vermek istemiyor, bunun yerine 0.5 oranında yarım puan vermeyi kararlaştırdı. Benimde imza kampanyasına destek olduğum talep ise tüm annelerin 3 puan alması yönünde. Umarım mücadelemizin sonucunda bunu sağlamayı başarırız.

Emekli olan kadınların ayrıca emeklilik cetvellerini kontrol etmelerini ve çocuk bakımı için 1992 yılından önce 2 puan, 2019‘dan itibaren 2,5 puan, 1992‘den itibaren 3 puan primlerin hesaplanıp hesaplanmadığına bakmaları gerekiyor.

Eşit, barışçıl, emeğin sömürülmediği, savaşların olmadığı bir dünya dileği ile…