Hiçbir şeyi yapmadan her şeyi yapmak… Bu konuda bir yazı gönderdi dostum. Önemserim. Bir şeyler anlatmak istemiş olmalı bana. İkaz, itiraz, tavsiye, serzeniş…
Düşünce dünyamda bazı değişiklikler yapmalıyım demek ki. En azından bu dostuma karşı. Düşünce dünyam, diyorum çünkü hareketlerimizi her ne kadar frenlemeye gayret edersek edelim, bunun mümkün olmadığı görüşündeyim. Bir şekilde, direkt veya endirekt, önyargılarımız, hükümlerimiz kelimelerimize, mimiklerimize yön verir, yol olur.
Sordum. Ne anlatmak istediğini değil tabii ki, ne anladığını. Bir başkasının kelimeleri ile iletmeyi tercih edebiliyoruz eleştirilerimizi, niyetlerimizi, mazeretlerimizi. Neyi, neden yapmak istediğimizi veya neden yapamadığımızı… Hayatın akışına uyum sağlamak imiş. Öyle söyler. Nasıl yapacağız bunu, diye sordum. Dostlarla kavga ederek mi? Hayır, demekte. Yine de ben bilirmişim. Herkes kendi doğrusunu bulmalı imiş. Su akarmış, yolunu bulurmuş. Denizler dalgalanmadan durulmazmış. Zorlanmamalı imiş. Yapılması gerekeni yapıp diğerini hayatın akışına bırakmalıymışız. Haklısınız, dedim. İnsan her zaman haklıdır. Neyi, nasıl algılıyorsa geleceği de öyle şekillenir.
Aslında iletişimimizden kavga ifademi çıkardığımızda Wu Wei felsefesini uyguladığım görülmekte. Dostumu kendisi ile başbaşa bıraktım. Çok farklı şeyler söyleyebilirdim çünkü. Cümlelerim içimde kaldı. Böylece büyüdüğümü hissediyorum. Bir de yazmasam…
Gönderilen yazıyı kendi içinde irdeledim. Wu Wei felsefesini başka kaynaklardan araştırmadım. Konfüçyüs’un sözlerini daha önce ele almıştım. Yazıda gördüğüm şey, süslü ifadeler, tılsımlı kavramlar, ciddi mantık hataları, ırkçılık, çözümsüzlük… Dostumun bu yazıdan ne anladığını, bana neden gönderdiğini anlayamıyorum.
Wu Wei doğaya karşı değil, doğayla birlikte düşünmenin, yaşamanın ve var olmanın adıdır, denilmekte. Eylemin gücü sorgulanmakta, etkili olanın mutlaka görünür, gürültülü ya da zorlayıcı olması gerekmediği ileri sürülmekte.
Konfüçyüs, çözülmüş siyasal yapıyı yeniden kurmak için insan doğasının eğitilmesi gerektiğini savunuyor, denilmekte. Ona göre düzen kendiliğinden değil, bilinçli müdahale, eğitim, ritüel ve ahlaki terbiye yoluyla kurulmalıymış.
Ve sonrasında Anadolu erdeminden örnekler verilmekte. „Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için“ Hal insanı olmak, söylemde kalmamak, birlikte yaşama gayreti…
Bugünün siyaseti ise tam tersiymiş. Devlet her yerde imiş. Tarımda, okulda, ailede, sosyal medyada, özel hayatta… Ya insan nerede?
Sonuç… Belki ikisi de haklı olabilirmiş. Çünkü bazen gerçekten hiçbir şey yapmadan birşeylerin düzelmesine izin vermek gerekiyormuş. Ama bazen de susmak, suça ortak olmakmış.
Kafam karıştı. Konunun üzerinde çözüm odaklı ciddi bir düşünme, irdeleme, sorgulama yapmamış olsam kelimelerin tılsımıyla sarhoş olabilirdim. Hiçbir şey anlamadan, sonraki adım konusunda herhangi bir görüş bulamadan, „BEN bu olguların neresindeyim“ sorusuna cevap aramaya gerek görmeden… Her şeyi bildiğimi sanabilirdim.
Yapılması gerektiğine inandıklarımıza odaklanmak, bunu vazifemiz bilmek, yardım beklememek, gelen olursa, geldiğince, gelenleri samimane karşılamak. Çünkü onlar da işin ucundan tuttuklarınca kendilerini gerçeklemekteler. Wu Wei felsefesinin benim dünyamdaki karşılığı budur. Birşeyleri değiştirmeye çalışmanın en etkin ve kolay yolu, olması gerektiğine inandığımızı yapmaya, yapılmasını sağlamaya gayret etmektir. Yanlış gördüklerimize odaklandığımızda gündemimizi, enerjimizi boşa harcamamız mümkün. Dahası, dostların, dost adaylarının bile içlerinde bulunduğu bir topluluğu karşımızda bulabiliriz.
Eğitim şart ama nasıl. Bir çoban örneğiyle sorgulayalım. Koyunları arkadan sürdüğümüzde nereye gideceğinden emin olabilir miyiz? Sürünün önüne geçmek ve koyunların takip etmesini ummak? Ne kadar gerçekçi ve mantıklı? Başka faktörler de var, dediğinizi duyar gibiyim. Konfüçyüs’ü anlamak da böyle. İşte o faktörleri ele almadan bilgeyi kritik etmek en hafif ifade ile insafsızlık olur. Belki iki yöntem ile de sürü yönetilebilir. Sır koyunların özgürlüğünde ve çobanın yüreğinde. Sevgi ile bir bağ kurulamamış ise başarı hayal olur.
Medeniyetlerin karşılaştırılması ırkçılık kokuyor. Gerçeği görmek ama görememek ile karşı karşıya yaşayıp gitme riskimiz var. Zamandan ve zeminden bağımsız arayışlar, buluşlar insanlığımızdan haber verir çünkü. İnsan nedir? Binlerle ifade edilen zaman diliminde, doğuda, batıda, güneyde, kuzeyde tartışılıyor olması insanın özgünlüğüne ve öğrenme sürecinin kendisine özel olduğuna işaret ettiği gibi… Hakikate, taban tabana zıt, absürd, saçma sapan ifadelerin, tezlerin tümü ele alınarak, irdelenerek ulaşılabilir ancak.
O da haklı olabilir, bu da… İfadeleri okuyucuya saygı olarak algılanabilir. Sonuçta neyi anlayacağına, algılayacağına karar veremiyoruz. Özgürce irdelemek anlamak için en etkin yöntem, en kolay çözümü bulabilmek için gereklilik. Ama konuya da aynı mantık ile yaklaşılmalı değil mi? Konfüçyüs’u, Wu Wei felsefesini anlamaya, anlatmaya gayret ederken.
Wu Wei bir çözümdür, Konfüçyüs da bir çözümdür. Bizim beğenmediğimiz herhangi bir düşünce akımı da bir çözüm olabilir. İnsanlığımızda karşılığı olmasa hayata tutunması mümkün olamazdı çünkü. İyi bir çözüm olup olmadığına zaman karar verir. Yok saymak insanlığımızı anlamamız önünde engel…