Çekirdekten senarist

Çekirdekten senarist

Geçenlerde yaklaşık onbeş senedir ailecek görüştüğümüz bir dostuma ziyarete gittim. Kendisi öteden beri cömert, fedakar ve misafirperverliğiyle tanınır. Tanıyanlar mutlaka onun çayını-kahvesini içmiştir. Bu özelliğinden dolayı 2016 Temmuzundaki malum talihsiz olaylardan sonra, Anadolu’dan meburi göçe maruz kalmış çok kişileri evinde misafir etmiş ve en güzel şekilde ağırlayıp gerçek bir ensar olduğunu haliyle ispatlamıştır. Bu seferki

ÜZEYİR TÜFEKÇİ 22 Ekim 2018 ÜZEYİR TÜFEKÇİ

Geçenlerde yaklaşık onbeş senedir ailecek görüştüğümüz bir dostuma ziyarete gittim. Kendisi öteden beri cömert, fedakar ve misafirperverliğiyle tanınır. Tanıyanlar mutlaka onun çayını-kahvesini içmiştir.

Bu özelliğinden dolayı 2016 Temmuzundaki malum talihsiz olaylardan sonra, Anadolu’dan meburi göçe maruz kalmış çok kişileri evinde misafir etmiş ve en güzel şekilde ağırlayıp gerçek bir ensar olduğunu haliyle ispatlamıştır.

Bu seferki uğrayışımda da yine evinde karı-koca öğretmen bir aile çocuklarıyla bereber misafirdi. Her ikisi de binlerce masumun uğradığı akıbete uğramış, önce işinden atılmış, sonra da cadı avına tutulunca, tehlikeleri göze alarak bir şekilde kendilerini Almanya toprağına atmışlar. Hep beraber bahçede oturduk, kahvaltı yaptık ve çeşitli yorumlarıyla birlikte olan olaylar üzerinde sohbetler ettik. Tabiki başlarına gelenleri dinledikçe, güzel vatanımızın ne hale geldiğini, insanlığın ayaklar altına alındığını duydukça hüzünlenmemek mümkün değildi.

Fakat bizleri teselli eden şeyin en başında onların Yaradana tevekkülü, sonra da çileyi yudumlarken dimdik duruşları, başa gelen fırtınalardan sonra baharda açacak olan çiçeklere tam inançlarıydı.

Rabden gelen her şeyde sonuç itibarıyla kulları için gizli güzellikler bulunduğuna, O’nun kendilerine çok merhametli olduğuna teslimiyetleriydi. Aradaki kişilere ve sebeplere takılmadan, sahibinden gelene razı olmuş bir halleri vardı. İmanlı tevekkülün nasıl insanın mutluluğuna sebep olduğuna canlı olarak şahit olmuştuk.

Bizi asıl şaşırtan ise, kendi aramızda konuşurken kenarda cıvıldaşan çocukların kurdukları ve oynadkları oyundu. Bu oyunda günümüzün elektronik aletleri falan yoktu, tamamen doğaldı. Onların senaryosu Türkiye’den Yunanistan’a geçerken yolda yaşadıklarının canlandırılmasıydı.

Birisi omuzunda şişme bot taşıyan kaçakçı, diğeri çantaları taşıyan baba, öbürü kucağında bebeğiyle yürüyen anne, bir diğeri de tek başına yollara düşmüş ama oradaki uzun yolda çocuklara yardım eden bir amca rolündeydi. Hep beraber Meriç nehrine doğru, ay ışığında dağlardan taşlardan yürüyorlar.

Sabaha doğru kenara ulaşıp hayalen bota biniyorlar ve karşı tarafa geçince de Yunan polisi onları yakalıyor. Anne ve babası dil bilmediğinden dolayı, ilkokulu yeni bitirmiş çocuk ingilizce olarak dertlerini anlatabilince, diğer meseleler sırasıyla çözülüyor. Karşı kıyıdaki özgürlüğe kavuşmanın tadını bile canlandırıyorlardı. Olayları bizzat yaşadıkları için, herkes rolünü çok güzel oynuyordu.

Evet hicret çocuklarının taze ve gerçekten yaşadıkları olayların minik bir sahnesiydi bu. Onun için fantazi ürünü olan filmlerden çok daha etkileyiciydi. İleride günümüzün yaşanan olaylarını film haline getireceklerin işi zor olmayacak gibi görünüyor.

Çünkü senaryo yazarları çekirdekten yetişme…