Travmalarımız

Bu kavramın teknik boyutlarını bir kenara bırakmak istiyorum, her zamanki gibi. Akademisyenler, psikologlar tüm detayları ile incelemeliler. Gördüğüm, duyduğum, yaşadığım hadiseleri halk dilince, hayatın içinde değerlendirmemin bir sakıncası olmamalı.

SEDAT İLHAN 03 Mart 2024 YAZARLAR

Travmalarımızı masaya yatırdık hep birlikte, bir uzman eşliğinde. Toplantının sonunda bir katılımcı söz aldı. İşi uzmanına bırakalım, dedi. Herkes mesleğini yapsın. Psikolojide bu söylemin bir karşılığı var mıdır sizce? Bir terapi seansı hayal edelim. Danışan susuyor ve danışmanın tavsiyelerini bekliyor. Veya bir mimar düşünelim. Müşteri ne istediğini bilmiyor ama memnun olacağı, hiç problem yaşamayacağı, tüm ihtiyaçlarının karşılanacağı bir tasarım bekliyor. Mümkün müdür? Ben mimar değilim. Bu nedenle hayır demeyeyim, mesleğe saygıdan. Bir mimar arayalım hep birlikte, evet diyebilecek…

Herkesin tercihi farklı olabilir. Ben en az bir psikolog kadar psikolojiyi bilmemin gereğine inanıyorum. İnsan ise konu, azı yok, çoğu çok… Bir röportaj okumuştum gazetede, bir zamanlar. Üniversiteden sonra göreve Anadolu’ya gidip halk ile görüştüğünde tüm okul kitaplarını attığını söylüyor, anlatan. Hayat üniversitesinin kitaplara aktarılamayan gerçekleri veya yaşamadan öğrenemediğimiz realitelerimiz…

Araştırmalarından örnekler verdi uzman, işkence görmüş birisi ile yaptığı görüşmeyi aktardı. Mağdur gülerek anlatıyormuş insanlık dışı uygulamaları, dayak, tecavüz… Kritik kelime „herkes yaşadı bunları“ olmuş. Ve giderken kapıda yığılıp kalmış. Dayanma gücü buraya kadarmış.

Dışarıdan gazel okumak değil muradım. Düşmüşe yol gösterilemez. Ağlayan ile ağlanılır, yürekten. Kendim için, dostlarla birlikte tüm potansiyel travmalarımızı keşfetmeyi dilerim. Böylece yaşanılanların kolayca atlatılması da mümkün olabilir.

Bu anlamda en temel travma nedenlerimiz olduğunu düşündüğüm yaşlılık, ölüm, hastalık, fakirlik ve yalnızlık ile yüzleşmeliyiz. Bu kavramların bizim travmamız olabilmesi bizim algılarımıza bağlıdır. Yalnızlık mesela. Yanlışa yanlış demek midir bizi dışarıda bırakan, doğruya doğru demelerini beklemek midir? Veya yanlış, doğru kime göredir?

Veya istemediğimiz şartlarda yaşıyor olabiliriz. Hak ettiğimizi alamadığımızı düşünüyoruzdur, haklı da olabiliriz. Aksini söylemek kimsenin haddi değil. Haklılığımızı kimseye ispat etmek zorunda hissetmemeli. Ancak daha iyisine ulaşabilmek, mevcuttaki tavrımıza bağlıdır. Memnuniyetsizliğimiz engelimiz…

Bir yakınımız vefat ettiğinde travma yaşamamızın en büyük nedenlerinden birisi kendimiz için ölümü hissetmemiz olmalı. Ölümsüz müyüz ki? Ölüm nedir? Neden ölmek istemiyoruz? Ne istiyoruz? Bu ve benzer sorulara cevaplarımızı bulamadan hayatı yaşayamayız, yaşadığımız hayattan zevk alamayız.

Mağduriyetler… Yıllar geçmesine rağmen unutulamayan, zaman zaman tekrar yaşanılan travmalar. Bu konuda birşeyler söylemek özel anlamda mümkün değil. Genel anlamda, şart. Çünkü geçmişin unutulamamasının bir nedeni zamanda yaşanılanlardır. Yani bizim tavrımız, mesajlarımız, algılarımız… İntikam duygularımız, dostlarımızla beslediğimiz, suladığımız, büyüttüğümüz.

Kafalar karışık. Herkesin hikayesi veya hissiyatı, algıları ayrı, aynı yaşanmışlıklarda bile. Kritik edemeyiz, acıları karşılaştıramayız. Çözüm adına söylediklerimizin onları çözümsüzlüğe, çıkmaz sokaklara sürmesi mümkün. Ne istenildiği, istenilmesi gerektiği, ne olursa yüreklerin soğuyacağı arada kaynasa bile. Kendilerine yapılanın aynısı, onaylamadıkları, vahşetle niteledikleri eylemler muhatapları için gizli açık hayalleri süslese de.

Birileri acıları destanlaştırarak prim mi yapıyor yoksa acılarımızın destanlaştırılmasına prim mi veriyoruz bile isteye? Beni ilgilendiren soru bu.

Çünkü güzel örnekler ön plana çıkmıyor. Etrafında toplanamıyoruz hemencecik. Problemleri konuşmak çözmekten daha kolay. Veya tek kelime ile insanlığımız…