Ölümün yüzü soğuktur, denilir. Belki de bu nedenle çok uzak görüyoruz kendimizden. Gencecik gitti, diyoruz 60lı yaşlara. Hiçbir şeyi yoktu. Daha dün sapasağlamdı. Şen şakrak, gülüyordu… Ama onunla ve diğer korkularımızla yüzleşmeden mutlu mesut yaşamak mümkün olmuyor. Hastalık gibi, sakatlık, eksiklik, fakirlik, yaşlılık…
Bir eğitim videosu seyretmiştim. Farklı bir bakış açısı ile anlatıldı ölüm. Bir değişim olmayacak ise ne hal üzerine olunursa olunsun zamanla bıkkınlık duyulacaktır ve alınan lezzet kalmayacaktır, denilmekte. Mantıklı. Böyle düşününce sevesim geldi hatta. Belki de buradan esinlenerek „Ölüm istenince gelir.“ tezim var. Tabii ki, isbatı yapılamaz. Ancak şöyle bir deney düşüncemin doğruluğu, olabilirliği konusunda fikir verebilir. Amerikalı bir mahkuma zehir verileceği söylenir ama verilen sudur. Mahkum zehir içtiğine inandığı için ölür. İşte bunun gibi, tutunacağı bir dalı kalmayanın, dünyayı anlamsız görmeye başlayanın nefesi sayılı olabilir.
Ölüm korkumuz… Diğer tüm negatif duygularımız gibi sahip çıkmaya pek istekli olmasak da var. Egoist değiliz, enaniyetimiz yok, bencil, cimri, zalim, cahil değiliz. Ancak inkar edince yok olmuyorlar. Daha da bir tehlikeli oluyor hatta. İyiliği, iyiliğe yol olmayı unutabiliyoruz, atlayabiliyoruz. Mesela ikram edemediğimizde dostlarımızda binbir kusur bularak kendimizi kendimize aklamak bir seçenek.
Herkesin ölüm korkusu farklı nedenlere dayanabilir. En temelinde yatan şey dünyaya aşırı anlam yüklemek olmalı. Elimizde başka bir argüman da yok zaten.
Bir dostumun babası vefat etmiş. Ziyarete gittim. Geleni gideni eksik değildi. Uzun süredir göremediğim arkadaşlarımla da bu vesile ile konuşabildim. Birkaç duygumu, yaşanmışlığımı sizlerle paylaşmak isterim. Hepimiz için, hep birlikte mutluluğa yol olsun, dilerim.
Dostum babasını yad etti biraz. Kanser hastalığı, acıları çekmekte imiş bir süredir. Günahlarına kefaret olur diyor. Neden? Hatasız insan yok, evet. Ancak bu kriter insanları affedebilmek için kullanılmalı. İnanç sistemimizi hata-sevap cetveline çevirebiliriz yoksa. Zaten biraz da öyle değil mi? Bazılarımıza sevap olanların rüyası bile haram olanlar var. Hüküm veremeyiz. Oysa babası hakkında biraz detaya inince güvenilir bir esnaf olduğunu öğreniverdik. Dedikodu yapmayan, kıskançlık, hasetlik bilmeyen… Dahası, güzel bir kriterimiz var. Ölenin arkasından hayırla yad etmek.
Yeni gelen arkadaşlar daha yerlerine oturmadan „Birer Fatiha okuyalım.“ dediler. Kendimi biraz garip hissettim. Tabii ki hemen savunmaya geçtim. Fatiha süresinin ikinci ayetine hayatın içinde anlam aradığımızda, iyi veya kötü her ne yaşıyorsak iyiliğe bir yol aramamızı söylediğini görebiliriz ki, bu yapılan imanın dışa yansımasıdır, dedim. Taziye evindeyiz. Ölüm gözümüzün önünde. Bir ders çıkardığımızda Fatiha’yı yaşamak olur halimiz.
Bir arkadaş beni çok fazla göremediğini söyledi. Neler yaptığımı sordu. Laf olsun, muhabbet olsun diye mi sordu, emin olamadım. Sokaklardayım, dedim. Sokak felsefesi yapıyorum, sokakta felsefe. Siz sürekli evde misiniz? İçlerinden birisi hafif tebessüm ediyordu. Kimse bir şey sormadı. Belki ortamın ağırlığı. Veya yalnızlığım…
Bir dostuma duygularımdan bahsettim. Kayınpederini anlattı. Rahmetli olduğunda bir gün evde durdu, der. Üstünü çarşafla örttüler. Üzerine bıçak koydular. Ve etrafında oturanlar gündemi, ölüm hariç herşeyi konuştular. Gelene gidene ikram yetiştirmekten üzüntülerini yaşayamamışlar.
Korktum. Hissettiklerimin doğru olduğuna inanmak istemiyorum. Bir inanç sistemimiz var. Doğruluğu, dürüstlüğü, mutluluğu, sevgiyi, sevinci ne yazık ki bize vermiyor. Ve birçoklarımız diğerlerinden olmadığıyla gurur duyuyor, teselli oluyor, umut besliyor. Bazılarımız isyandalar ama neye, kime, neden? Şekilcilikten öteye geçemiyoruz. Ölüm bile bazı şeyleri sorgulamamıza yol olamıyor.
Oysa hepimiz tıpatıp aynıyız ve bir o kadar da farklı. Veya gerçekten Allah’ı bulabilmek için önce kaybetmeli.