Süleyman olmak!

Süleyman (as) olmak çocuk yaşta ilme mazhar olmak, saltanat ile şereflenmekti. Kurumuş asasından yeşil kökler çıkarıp kendisine bu saltanatı bahşeden Mevla’dan hakkını eda edebileceği ilim ve mülkü cesurca istemekti. Emrine verilen dünya hükümdarlığını, görünen görünmeyen cinler ve tabiattaki bütün güçleri ve hayvanları adalet ile yönetmekti. Ama asıl Süleyman (as) olmak “acaba bu nimetleri verene hükümsüzlük

DR. MUSTAFA AKDAĞ 06 Kasım 2022 YAZARLAR

Süleyman (as) olmak çocuk yaşta ilme mazhar olmak, saltanat ile şereflenmekti.

Kurumuş asasından yeşil kökler çıkarıp kendisine bu saltanatı bahşeden Mevla’dan hakkını eda edebileceği ilim ve mülkü cesurca istemekti.

Emrine verilen dünya hükümdarlığını, görünen görünmeyen cinler ve tabiattaki bütün güçleri ve hayvanları adalet ile yönetmekti.

Ama asıl Süleyman (as) olmak “acaba bu nimetleri verene hükümsüzlük yapar mıyım?” diye tir tir titremek, “acaba insanlara da herhangi bir haksızlık hukuksuzluk yapar mıyım?” diye de devamlı teyakkuzda bulunmaktı.

Bütün sultanlara baş eğdirmekti Süleyman olmak, namını duyunca ya korkudan titretmek cihanı ya da gönülden bağlamak uhdesine.

Sadece insanlar ve cinler değil, bütün tabiat onun emrinde idi. Öyle ki, emrine verilen rüzgâr ile o günün şartlarında iki ay süren yolculukları bir sabah gidip akşam dönecek şekilde tamamlayabiliyordu.

Süleyman olmak Allah’ın özel lütfu ile kendisine verilen ilmi kullanıp, demiri ve bakırı eritip işleyebilmek ve bu devrim ile de bir çağa damga vurabilmekti.

O, sadece demiri hamur gibi yoğurup beşere sanayi devrimi yaptırmamış, aynı zamanda onların katılaşan gönüllerini de sevgi potasında eritmiş, ulaşılmaz bir dünya refahını sağlamıştı.

Yani o hem maddi hem de manevi bir hâkim idi. Lisanına hikmet ve eline de sanat verilmişti.

O, Yüce Allah’ın Evâmir-i teklifiyesine (yani yaratılış kanunlarına) tam tamına itaat ederdi. Böylece kendinden sonraki asırlara hem bilimde hem de sosyal alanda örnek olmuş ve adeta hikmete ram olmayı, aklı ve sanatı elden bırakmamayı salık vermişti.

Öyle bir kutup idi ki, etrafı da yıldızlarla çevrili idi. Yanında danıştığı heyetin içinde değişik ilimlerde kendilerini yetiştirmişler yıldızlar mevcuttu. Örneğin, bir tebliğ insanı olarak, Seb’e melikesi Belkıs’a da mektup yazıp, onu da doğru yola çağırmıştı ya hani, işte o yanındaki hikmetlilerden birisi hemen “ben onun tahtını ışınlama yolu ile buraya getireyim isterseniz” deyip bugünün teknolojisi ile bile henüz çözülememiş bir ışınlama ya da hologram olayından bahsetmişti. Sonra da kendisi Yemen’de iken, Şam’da ayniyle veyahut suretiyle görünüvermişti. Hatta taht etrafındaki adamların görüntüleri ile beraber sesleri de işitilmişti.

Bu onun iletişim, takip ve haber alma gücünün ne kadar geniş olduğunu, böylece sadece manevi değil maddi manada da feraset ve basiret sahibi olduğunu gösteriyordu. Ona bu nimeti bahşeden Allah cc diğer bütün sultanlara da şu mesajı veriyordu aslında:

“Ey idareciler, eğer tam bir adaletle yönetmek isterseniz aynen Süleyman Peygamber gibi bütünüyle yeryüzünü görmeye ve anlamaya çalışın, zira mesul olduğunuz yerlerden haberdar olmak lazım gelir.” Yani raiyetinizdeki bir karıncanın bile başına bir iş gelse, yani zulme uğrarsa bundan siz sorumlusunuz ve hesabını veremezsiniz.

Hazret-i Süleyman (as) olmak kriz yönetiminde de başarılı olmak demekti. İlim ve hikmetle oluşturduğu dünyevi saltanat elbette bazı uyuyan kötülükleri de harekete geçirecekti. Huzurun düşmanı olan Şeytan ve avenesi yanına aldığı bazı kötü ruh ve cinlerle, bu refah ve huzur ortamına karşı topyekûn bir saldırıya geçti. İçinde az da olsa hırs ve kötülük taşıyan insanoğullarını kendilerine hedef alıp onları zaaflarından yakalayıp kendilerine asker yaptılar ve huzuru sabote ettiler. Her dönemde olduğu gibi o ezeli hak ile batılın savaşı da yine başlamış oldu.

Ama Süleyman olmak bunlarla da baş edebilmekti. Onları yine kendi cinslerinden olan ve hayırda istihdam ettiği cin ve ervah ile tekrar dize getirmişti. O Allah’a tam itaat edince, Allah (cc) de ona cin ve şeytanları itaat ettirmişti.

Bugün de aynısı geçerli değil mi?

Hem, Süleyman olmak iç muhasebesini sağlam tutmak ve verilen nimetler karşısında şımarmamak ve doğru yoldan ayrılmamak için sürekli teyakkuzda bulunmak demekti.

Mevlana’nın deyimiyle; Mal, mülk sevgisini gönülden sürüp çıkardığındandır ki Süleyman, ancak yoksul adını takındı.

O, Nursi’nin tarifiyle; dünyayı ve içindekileri mânâ-yi harfîyle sevdi. Mânâ-yi ismîyle sevmedi. Yani “Ne kadar güzelsiniz.” demedi, “Ne kadar güzel yaratılmışsınız.” dedi onlara. Ve kalbine Allah sevgisinden başka bir şey hükmetmedi. Çünkü bâtın-ı kalb âyine-i Samed’di ve O’na mahsustu. Hatta bir gün ona çok güzel safkan atlar gösterilmişti. O da onlarla okşayıp “Ben Rabbimi hatırlattıkları için güzel şeyleri severim.” dedi.

Süleyman (as) olmak ele minnet etmemekti. Alın teri ile kazanmanın ne kadar kıymetli olduğunu anlaması ve zembil örme mesleğini öğrenmesi de bu şekilde oldu; Zira bir gün kendisine cennetten hediye olarak gelen yemekleri iştah ile yiyordu ki, orada bulunan iki melekten birinin diğerine: “Süleyman bu yemeği sanki eziyet çekerek kazanmış gibi öyle arzu ve iştahla yiyor ki (sorma) Allah’ın peygamberinin haraç yememesi gerekir.” dediğini öğrenince Süleyman emeği ile helalinden kazanılan yemeğin cennet yemeklerinden daha lezzetli olduğunu kavradı. Ve hayatında radikal bir devrim yaparak kazancını el emeğinden çıkarmak için zembil örmeye başladı. Bunun yanı sıra balıkçılık ve kalaycılık yaptığı da rivayet edilir. Hatta hükümdar olduktan sonra da balık tutarak para kazandığı anlatılır.

İşte Süleyman (as) olmak budur, dünya ve ahiret arasında denge kurabilmek, doğru ile yanlışı ayırt etmek ve hüküm verirken ve idare ederken de adaletle ve tevazu ile yönetmekti.