Sonsuzluğa açılabilmek

Uzun süredir göremediğim bir arkadaşım beni ziyarete geldi. Şu anda Amerika’da yaşamakta, bir Amerikalı ile evli. Hayatıma dokundu.

SEDAT İLHAN 03 Eylül 2023 YAZARLAR

Yollarımız öğrencilik yıllarımızda kesiştiğinde ben onun hayatına dokunmuştum, güya. İddia edemiyorum çünkü. Sadece birkaç yaş büyüktüm ondan. Arkadaşımın İngilizcesi güzel olmasına rağmen eşi Türkçe konuşmaya, anlaşmaya çalışmakta. İlginç geldi. Belki bize saygısından. Veya…

Dolu bir programına rağmen bana vakit ayırması beni hoşnut etti. Zaman kazanmak için başka bir tanıdığı ile birlikte kahvaltı yapabildik bir sosyal tesiste. Yeni bir dost kazanmış oldum. Onu sürekli ziyaret edeceğime dair söz verdim kendime ve ona, mümkün olduğunca. Ne buldum ki onda? Ya arkadaşım ne bulmuş olabilir?
Bunları düşünürken bir başka yaşanmışlığıma gitti aklım. Birisini ziyaret ediyordum arasıra. Ve her seferinde ne aradığımı sorguluyordum. Çünkü her seferinde tartışarak ayrılırdık. Bir sürü şey anlatır dururdu; fantazileri, durum tespitleri, doğru, yanlış…

Bir gün beraber gitmek üzere ortak tanıdığımıza teklifte bulundum. „Zaman kaybı“ dedi, açıkça, doğrudan, lafı eğip bükmeden. Oysa bu mantığa göre benim onunla da iletişimi kesmem gerekiyordu, Öyle düşündüm, değerlendirdim. Çünkü ikisinin de bana verdiği bir şey yoktu. Öğrenen herkesten öğrenir tabii ki…

Amerika’dan arkadaşım geliyor. Beni ve arkadaşını ziyaret ediyor. Ben ise yeni dostumu kritik ediyorum. Hangi hak ile ve nasıl bir mantık ile?
Yeni dostum sosyal tesiste kalmakta. Yaşından dolayı herkes saygı göstermekte. Vazifesi olmadığı halde bir şeyleri kendisince organize etmeye çalışmakta. Sakin. Öyle görünüyor. Çünkü stresi ellerine vurmuş. Hayrolsun…

Geçmiş hayatınızda hiç yanlış yaptığınızı düşünüyor musunuz, diye sordum. Haddim olmasa da. Öylesine çıkıverdi ağzımdan. İnsanlara aşırı değer mi veriyorum ben. Veya aşırı beklentiler…

Yok, dedi. Hiçbir yaptığından pişman değilmiş. Dolu dolu yaşamış demek ki, koca bir ömür. Ne kadar da güzel. Böyle diyebilmek isterdim ben de, inanarak…

Bir çok şey anlattım, dinleyeni bulmuşken, fırsattan istifade. İbn-i Arabi hazretlerinin bana benzediğini söyledim mesela, biraz espri ile karışık.
Muhyiddin İbnü’l-Arabî Hz.‘den; “Biz öyle bir zümreyiz ki, bizden olmayanların kitaplarımızı okumaları haramdır” diye nakledilmiş. Onun kitaplarını kimler okuyorlar, okuyanlar neler anlıyorlar, okunmamalı diyenler neyi gördüler?

Ben bir kitabını okumaya çalıştım. Aslında şerh edilmiş halini. Buna rağmen çok ağır bir dili vardı. Allah, ezeli ve ebedi ise ezelden beri yaratmaktadır ve ebede kadar da yaratacaktır der, aklımda kalan bir bölümünde. Bunu bir arkadaşıma anlatmıştım. Sanıyoruz ki, bizi Allah’ın en değerli yarattığı varlık olarak kırmızı halıda karşılayacaklar, demiştim. Daha nasıl varlıklar var kim bilir? Akıl sağlığı için fazla düşünemeyeceğini ifade etmişti. İlginç.

İbn-i Arabi hazretlerinin kitaplarını kritik eden bir kaç ilahiyatçının söylemlerini de dinlemiştim. Anlıyorum ki, Allah’ı kapasitemizce bilebilmek için veya bilinemeyeceğini kavrayabilmek için sonsuzluğa, mutlaklığa farklı açılardan yaklaşmış, gördüklerini yazmış. Doğru olduğunu iddia etmesi mümkün değil bence. Çünkü Allah’ı tanımlayabilmemiz mümkün değil.

Yeni dostuma bunları söyledim mezarlık ziyaretine giderken. Bana kainattaki düzenden bahsetti. Ve sonsuzluğa açılmayı çoğu insanın kaldıramayacağını ekledi. Doğrudur…

Amerikalı arkadaşım da ziyaret etmişti mezarlığı. Övülen, sevilen bir insan çünkü. Allah’ın yanındaki değerine zerre laf söyleyemem. Kesinlikle inanırım, duaları hayatıma dokunmuştur. Ama düşündüm. Kalplerimiz neden birbirinden bu kadar uzak? Hem de, hepimiz için, hep birlikte deyip dururken, güzellikler hülyalarımızı süslerken, mutlu mesut şen şakrak yaşamayı arzularken…