Sokrates – 7

"Sadece bir iyi vardır, bilgi. Ve sadece bir kötü vardır, cehalet.”Bilmediğimi öğrendim, diyen bir filozofun bilgiyi önemseyen böyle bir ifadesine nasıl yaklaşmalı? Aradan geçen binlerle ifade edilen yıllar dikkate alındığında. Hem bilgi hem de iyi kavramına çok farklı anlamlar yükleniyor bile olabilir, çünkü. Hatta, anda bile bu mümkün. Farklı kültürler, farklı inançlar, değerler, beklentiler…

SEDAT İLHAN 28 Haziran 2024 YAZARLAR

İyiyi sonuç, bilgiyi araç olarak düşündüğümüzde farklılıkların önemi kalmayacaktır. Böyle bir bakış açısıyla bilgiye, yol, yöntem anlamı yüklemiş oluruz. Bilgelik yani. Çünkü hedeflerimize ulaşmak için kat etmemiz gereken o mesafeleri cetvel veya herhangi bir şablon ile belirlememiz mümkün değil. Ve herkes kendi gemisinin kaptanı. Diğerlerinin tavsiyeleri, tecrübeleri mutlaka çok değerli. Ama ne yazık ki bizim inancımızla, azmimizle anlamlı.

Ancak yine de bir açmazımız var. Bazen olur ki, elde ettiğimizde mutlu olacağımızı sanarız. Ama sonuçta yanılgımız ile yüzleşiriz. Sokrates’in „Kendini bil!“ sözü burada anlamlı. Gerçekten neyi istediğimizin farkındalığı…

“Bilgiyi zenginliğe tercih edin, zira birisi geçici, diğeri kalıcıdır.”

Bilgi ile zenginlik arasında bir ters ilişki var gibi. Zenginlik önemsendiğinde bilginin gereği atlanabiliyor. Veya biliyorum ki zenginim iddiası, zenginse/m söylediği/m doğrudur(!)

Bilgi önceliklendiğinde sanki zorlu bir yola giriliyor, sürekli bir sınav. Para, güç, makam… Tabii ki, bilenler sefil olmalı, demek değildir muradım. Sadece bir riske dikkat çekmek isterim. Sahip olmak, daha fazla öğrenmenin önünde engel…

Belki de insanlar kendi cevaplarını aramalı. Öncelikle sorularını. Zengin veya fakir, bilen, bilmeyen…Çünkü bilmediğimiz soruya cevap arayamayız.

“İnsanlık iki tür insandan oluşur: Aptal olduklarını bilen bilgeler ve bilge olduklarını sanan aptallar.”

Ben bir aptalım. Biliyorum ama bilge miyim, bilmiyorum. Çünkü bildiğim halde sürekli hata yapıyorum. Biliyorum demenin anlamsızlığını bildiğim halde bilmediğimi kabul edemiyorum. Kocaman kocaman laflar ederken buluyorum kendimi. Doğru bile olabilir söylediklerim. Ama hayatı/mı kolaylaştırmıyor. Veya gerçekten gerektiği kadar bilmiş olsam, bir çocuğun anlayabileceği sadelikte olurdu söylemlerim. Herşey çok harika, diyenlere problem olarak gördüklerimi kabul ettirebilmek için didinmezdim o zaman. Hayrolsun, deyip geçebilirdim.

Biliyorum ki, herkes kendisi öğrenmekte. İki dostum var, yakında ziyaret etmeyi düşünüyorum. Onların neler söyleyeceğini önemsiyor muyum? Öğretmeye mi yoksa öğrenmeye mi gidiyorum? Benim gerçeğimi bana söylediklerinde yüzleşmeye hazır mıyım? Bilmiyorum. Gerçekten bir bilge olmuş olsam nasıl davranırdım sizce? Veya nasıl bilge olabilirim…

„Bir soruyu anlamak, cevabın yarısıdır.”

Bu söylemi iki yönden ele alabiliriz. Hiç bilmediğimiz bir konu hakkında soru sormamız mümkün olamaz. Böyle bir konu hakkında sorulan soruları anlamamız da.

Diğer yandan soruyu soranın kapasitesini, amacını, değerlerini bilmeden soruyu anlamış sayılmayız. Çünkü verdiğimiz cevaplar havada kalmaya, anlaşılmamaya, kabul görmemeye mahkumdur.

„Yaşamak için yemelisin; yemek için yaşamamalısın.”

Yaşam esas olmalı. Herşeyin anlamı hayatın içinde aranmalı. Sorularımız, cevaplarımız, mutluluğumuz, üzüntümüz.

Bu söylemi pek çok kavram için kullanabiliriz. Bilgi mesela. Yaşamak için bilmeliyiz, bilmek için yaşamamalı…