Sokrates 10

Sanki iyi birşeyler yazmışım gibi bir hissiyat oluştu içimde. Genel bir değerlendirme şart oldu bu nedenle… Masaya yatıralım dostlarla, hepimiz için, hep birlikte.

SEDAT İLHAN 07 Temmuz 2024 YAZARLAR

Evet, farklı bir bakış açım var. Hayatın içinde arıyorum cevaplarımı. İnsanlığımı hesaba katarak, kendi sorumluluğumu alma gayretiyle. Yeterli olabilir mi?

Batı felsefesini tek cümle ile özetleyelim desek, yaratılışa cevap aramak çıkabilir karşımıza. Ya doğu felsefesi ne ile uğraşmış? Anlaşılan o ki, yaratıcıyı bulmuşlar. Yine de boş durmamışlar. Demektir ki, asıl problemimiz yaratıcının varlığı veya yokluğu değil.

İnsan nedir veya BEN kimim?

Bir yaratıcı var ise zamana hakim olmalı. Her „Daha önce ne vardı?“ sorusu yeni bir arayıştır. Sorularımız olduğu sürece bulduğumuz söylenemez.

Bir yaratıcının varlığına delil olarak doğadaki, dünyadaki, kainattaki düzen gösterilir, genelde. Mutlaka çok şey ifade ediyor olmalı insanlığımıza. Ancak bana zamanın olmadığı bir… Burada duraksadım. Çünkü herşey zaman ile anlamlı. Sanki bir pencere açıldı ama üzerinde düşünmeye ihtiyacım var. Baharın kışı takip etmesi, doğumun ölümü… Zaman ile anlamlı, zamana bağlı. Zamanın olmadığı bir şeye ne denilebilir ki?

Farkında mısınız, bilmem. Sanki sıradan bir şeyden bahseder gibi iki kelime ile geçiştirdiğim şey hakkında saatlerce konuşulsa yeridir. Kainattaki düzen?.. Akılları durduran ihtimal hesaplarından bahseder bilim. Herhangi bir şey ispat etmeye çalışmıyorum. Yaratıcıyı yarattıklarında aramanın abesliğidir kast ettiğim. O’nu bilmek, bilinmezlikler ile mümkün. Tabii ki, öğrenmeliyiz öncelikle, bilmediğimizi.

Bilmediğimizi bilmek… Bu söz bir yerlerden tanıdık geldi sanki. Her ne kadar Sokrates demiş olsak da insanlığımızı konuştuğumuzu söylemiştik. Mutlu mesut yaşayabilmemiz için gerekli olan her ne var ise kişisel gelişim uzmanlarımız, filozoflarımız söyleyivermişler. Okuyoruz, öğreniyoruz. Farklı pencerelerden görülüp kelimelere dökülen, tanımlanmaya çalışılan kamil insanın veya mükemmel toplum hayatının tüm özelliklerini bir şekilde, ucundan kıyısından bilmediğimizi bilmeye bağlamak mümkün. Saygı mesela. Bildiğimizi sandığımızda hiç mi hiç aklımıza gelmiyor, gelmeyebiliyor. Benim için böyle.

Eğer ciddi bir mantık hatası yapmadı isek, hem Yaratıcıyı bulabilmek hem de bilge bir hayat yaşayabilmek için ihtiyacımız olan tek şey, bilmediğimizi öğrenmek.

Dostlar, benden bu kadar. Sonrasını bilmiyorum çünkü. Belki yazmayı bırakmalıyım öğrenmek için. Dağda koyunlar ile halleşmeliyim. Esen rüzgara fısıldamalıyım yüreğimdeki sevgiyi, hasreti. Suya veya. Dere tepe dolaşıp sevgiliye ulaşır ümidiyle…

Gerçekten işe yarayacağını bilseydim, sanırım yapardım. Yıllar önceydi. Geri dönüşüm için ambalaj malzemelerini topladım çöplüklerden. İçimdeki BEN hiç eksilmedi, küçülmedi. Ekmek parası için yaşanmışlığım bu ise öğrenmek için ne yapsam fazlasını bulabilirim, korkarım.

İşin sırlı tarafı burada başlıyor zaten. Söylemlerin, yapılanların aynı veya zıt olması farketmiyor. Her ne durumda olursa olsun, bilmek, hüküm verebilmek mümkün değil. Çünkü bildiğimizi sanmalarımız ayağımıza prangadır. İyi veya kötü…

Kendimizi kötü hissederek iyilik yapmamız, iyilerden olmamız mümkün değil. Her kötünün, kötülüğün mazereti var bu nedenle. Diğerleri hakkında kötü hükmümüz aynıyla karşılık bulabilir. Ar damarı patlayabilir. Yüzü kızarmadan kötülük yapmaya devam edebilir artık, fazlasıyla…

İyilik yaptığımıza inanmamız da gerçek iyilerden olmaya engel. Veren el olmanın ağırlığını taşıyamayabiliriz, mesela. Muhtaç olanları küçük görebiliriz, değersiz. Ve sonunda herşeyi yapmayı hak bilme makamı bizi bekler.

Düşünce dünyamızın açmazlarından birisi. Eğitim argümanı olarak gördüğümüz şey, korku. Sorgulanmalı bence. „Aman kötülerden olma!“ demek yerine „İnandığını yap!“ sanki çok daha etkin. İnsan inanmadan iyilik yapamaz. Yapılması gerektiğine inanmak, yapması gerektiğine…

Veya, bilmeye başladığımızda iyilik yapabilir miyiz?

Konunun tam olarak anlaşıldığını hissedemiyorum. Çünkü ben anlamıyorum. Anlamış olsa idim, dostların belki de hayata tutunma adına çırpınışlarını garipsemezdim. Havadan, sudan konuşmuş olsalar bile. Üç dakika önce söylediklerini tüm varlıkları ile yalanlıyorlarken. Önyargıları kelimelerinin arasından „Cee!“ derken. Bilinmezleri bilme bilgeliğine(!) eriştikleri iddialarıyla… Her ne olursa olsun yaşanan, her şeye rağmen, sadece sevgi ile onlara huzur kaynağı olmaya çalışırdım. Karşılıksız, beklentisiz…