Stand masamı ve tahtamı arabaya yerleştiriyorum. İçimde garip bir duygu, sorgulama. Neden, amacım nedir, umudum, özlemim? Bilmediğim bir şey duymak? Sanmıyorum, beklemiyorum. Herşeyi bildiğimden değil. Böyle bir fayda beklemediğimden. Veya gerçekten içimdeki bu arayışa son verebilecek olan o tılsımı bilen var mıdır?
Belirlenen noktaya yakın bir yere park ederek yaya devam ediyorum. El arabama yüklediğim masamı ve tahtamı çekiştirerek. Tekerlek sesi midir insanları rahatsız eden yoksa beni anlama merakı mıdır dikkatle inceleten… Belki ikisi de veya hiçbirisi. Kim bilebilir?
Demektir ki, en az üç tane dünya var. Muhataplarımızın, bizim ve gerçekte yaşanan. Bunların arasındaki ilişki, etkileşim kaderimiz oluyor. Ve sözümüz sadece kendimize geçiyor.
Standı kuruyorum ve sokakta yerimi alıyorum. Kendimce davetkar bir broşür ile en temel soruya cevap istiyorum. Masumane… O anda o işi başarmak zorundayım. Ve böyle bir hissiyatın boğucu atmosferi zaman zaman ruhumu sarıyor. Çünkü yapmak zorunda hissettiklerimize karşı bir iç direncimiz sözkonusu.
Oysa herkesin kendisini başarılı hissedeceği bir tanımdan bahseder dururdum. Bilmenin yetmediğine dair kuvvetli bir işaret, yaşanmışlık… Belki aradığım bir fayda da budur zaten.
Bir şeyleri yeniden tecrübe ediyorum, daha önce bildiğim bazı şeylerin bir daha farkına varıyorum. Sokakta insanlar var. Düşünebiliyor musunuz? Ve çok farklılar. Hepsi ayrı bir alem. Yaşlarına göre tipik davranış biçimleri sergiliyorlar denilebilir. İletişime açık olmak veya olmamak diye sınıflanabilirler. Ret etmek de bir iletişim tarzıdır, kabul etmemek de, yok saymak da… Anlamıyorsak eğer verdiğimiz tepkinin hiçbir önemi yok. Ama bunların hepsi benim önyargılarımla ilgili. Dış dünyanın iç dünyama yansımaları. Düşünce sistemimle oluşturmaya çalıştığım BENin, dış dünyaya bakıp gördükleri… Doğru bile olsalar, bilmek ve buna göre tavır almak en temel açmazımız.
Gençler, ihtiyarlar, farklı düşüncelere kapalı olanlar, kendi fanusunda yaşayanlar, kültür denilen açmazlarında sıkışıp kalanlar, üstten bakanlar, önyargılılar… Hepsini okuyabiliyorum. Ama hepsinin önyargılarımla ilgili olduğunu da tecrübe edebiliyorum. Ve herkesin fikrine ihtiyacımın farkındalığı, herkese ulaşma isteğim, inadım, ısrarım ile broşürümü insanlara defalarca ulaştırmaya çalışıyorum. Enerjimin tükendiği anlar olmuyor değil.
Bir genç broşürü alıyor, bakmadan elinde buruşturuyor ve ilk rastladığı çöp kutusuna atmak üzere uzaklaşıyor. Sanki yıkılıyorum. Neden? Aldı ama ne olduğunu bile merak etmedi. Bir süre sonra 10lu yaşlarda sevimli bir çocuk karşıma duruyor. Ne yaptığımı soruyor. İlgileniyor benimle, duygularımla, arayışımla…
Bazıları, misyoner sandığından dolayı inanmadığını söyleyerek pas geçiyor. Bazıları ise hiç muhatap olmamak üzere bakışlarını kaydırarak… Burada bir soru geliyor aklıma. Ben ne yapardım?
Bir grup genç alıyor broşürü. Okuyor, birbirlerine soruyorlar, bakışıyorlar. İnsan ne ile yaşar? Fazla beklemiyorum. Birisi cevap veriyor. Yiyecek tabii ki… Yanlış denebilir mi?
Bir bayan. Zor soru, diyor. Düşünmesi gerekiyormuş. Ama yaşıyoruz?
Bir bayan. Düşünüyor, taşınıyor. Sonra açılıyor birden. Yazmaya karar veriyor. Bir sayfa dolduruyor, aşk ile, heyecanla. Arada da söyleniyor. „Hepimiz aynıyız.“ Bu söz kulaklarımda çınlıyor. Nasıl bir yaşanmışlıkla bu sonuca gelebildi? Alt yapısı nedir? Neler görüyor? Merak ediyorum. Öğrenmek isterdim aslında. Anlatabilir mi veya ben anlayabilir miyim, bilmem. Çünkü ne yazık ki yaşanmışlıklardan edindiğimiz ilkelerimizi anlatmak mümkün olmayabiliyor. Ne dilden dökülen kelimeler yetiyor duyguları tanımlamaya, ne de duyan kulaklar resmedebiliyor tam olarak yaşanmışlıkları.
Bir genç geliyor son dakika. Kainatın kurallarını soruyor. Bilmiyorum dememek için bir şeyler geveliyorum. Yanlış değil ama onun duymak istedikleri de değil. Fazla uğraşmadan soruyorum ve cevabı alıyorum. Belki kendimi savunmak için, bilmeyen konumunda kalmamak… Cevaplarımı hayatın içinde aradığımı söylüyorum. Duymuyor. Nedir ilgisini çeken şey? Bilmemekle birlikte güzel bir dostluğun başlangıcı oluyor sokakta karşılaşmamız.
Ve sokağın diğer hediyesi… Yanak kaslarım tebessüme alışıyor. Her şeye rağmen. Gülebiliyorsak eğer ümitvar olabiliriz gelecekten.
İlginç olan şu ki, ben bu filmi çok kez seyrettim. Umarım son olur.
Veya arayıp da bulamadığımız o şey belki de gözümüzün önünde bize bakıyordur…