Yine isteksizlik vardı ama nedeni farklı idi sanki. Görünen o ki, sokağa alışıyorum. Bu iyi midir? Cevabını verebilmek için çok erken. Zaman hükmünü verecektir.
İsteksizdim, çünkü birkaç gün önce sokakta aradığım cevaplarımla ilgili bir dostumla görüşmüştüm. Kadın ve inanç, dedim, en önemli iki konu. Ve sordum: Erkekler neden mini şort giymiyor?Herhangi bir konuya odaklandığımda, yaptığım her ne olursa olsun, açıklayıcı, yönlendirici işaretler kulağımı sağır edercesine „Ben buradayım!“ diye bağırmaya başlıyorlar. Görmediğimi görüyorum, bilmediğimi öğreniyorum, sormadığım sorulara cevap arama yolu açılıyor önüme.
Bir film seyrediyorum. Nerede ise her filmde olan o benzer sahne, cinsellik. Kadın çırılçıplak ortalıkta dolanmakta, erkek ise örtünün altında uzanmakta. Erkeğin malı kıymetli mi demeli yoksa alıcısı yok mudur? Kadına biçilen misyon nesne olmak mıdır? Filmlerde olduğu gibi hayatın pek çok alanında bu yönlendirmeyi görmek mümkün. Yönlendirme dedim, çünkü kadının bu görevi bile isteye yaptığını düşünmek istemiyorum.
Erkekler neden mini şort giymiyor? Bu soruyu sorabilirim. Ama kadınların neden açık giyindiğini sormak istemem. Çünkü düşünce dünyamızda açık giyime yüklenen anlam özgürlük. Bu tezimde bir yanlış yoksa, erkekler özgürce yaşayamıyorlar, demektir. Özgürlük tanımı tabii ki tartışılabilir. Buna rağmen kim, her ne giyiniyorsa giyinsin, bir başkasını referans almıyorsa, etki altında değilse kabulümdür. Aslolan da budur. Özgürlüğe yüklenen anlam sadece açıklık olamaz.
Tamam, güzel de bir açmazımız var. Kimin, hangi nedenlerle, nasıl giyindiğini bilemeyiz. Bazen olur kendisi bile bilemez. Bilse de „Ne derler?“ baskısı üstün gelebilir. O zaman konuştuğumuz ne ola ki?..
Farklı bir örnek daha vermek istiyorum. Cahit Sıtkı Tarancı’nın bir şiiri. Seslendirme atölyesinde deneme çalışması yapıyoruz. Duyunca kadınlardan bazıları çok sevindiler. Sevdikleri bir şiirmiş. Evet, şiir bir kadına hitaben yazılmış. Şair sevgilisine, onsuz yaşayamayacağını garip de olsa farklı argümanlarla ifade etmekte. Saygı duymak şart. Ya aşağıdaki satırlara, susalım mı, kabul edelim mi? Farklı bir hikayesi var mıdır, bilemem. Ancak örnekleri çoğaltmak mümkün. Normal şartlar altında kadına, haklarına, özgürlüğüne saygılı olanlardan bile, benzer ifadeleri kulaklarımla duymuşluğum vardır.
Desem ki
…
Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
…
Ve soframda en eski şarap.
…
Şiirde açık ve seçik bir şekilde kadın nesne olarak ele alınmaktadır. Evet, havanın, ekmeğin, suyun hayatımızdaki önemi ret edilemez. Ama kadın ile olan ilişkimiz nesnel ilişkinin ötesindedir. İki yönlüdür. Yoksa? KADIN BİR NESNE MİDİR?
Sanki kadınlar da nesne olmaktan hoşnutlar gibi. Bazıları diyelim de hemen itiraz oklarının hedefi olmayalım. Söylemde kabul etmeseler de, söylendiğinde hakaret edilmiş gibi karşılasalar da, kadınlardan bazıları nesne gibi hareket etmekte. Özele indirmek anlamsız. Yapılırsa niyet okumak olur, gönül dünyasına izinsiz girmek. Haddimiz değil.
Kadın bir nesne midir? Sokağa bu gözle bakmak istemedim. Zaman zaman telefonumla oynamamın bir nedeni bu olsa gerek.
Neden bu konu beni ilgilendiriyor? Bazı dostlar sorarlar. Direkt olmasa da endirekt. Bir eşya gibi kullanılıp atılan, dışlanan, dövülen, öldürülen tüm kadınlar benim kardeşimdir, kızımdır, annemdir. İnsanlara neyi, nasıl yapmaları gerektiğini söylemek değil niyetim. Yaşanılanların bir parçası olmamaktır gayretim. Kadınlık kutsaldır. Ve o, toplumda yerini bulamadığında, mutlu olamadığında erkeklerin mutlu mesut yaşaması hayal olur…
