Sokak felsefesi – 4

İçimde bir sıkıntı var, son üç-beş gündür. Bir nedeni bu yazı dizisi olmalı. Çünkü düşünce sistemimdekileri döktüm ortaya. Dostlarla konuştuk. Harika! Ne kaldı geriye, şimdi sırada ne var?

SEDAT İLHAN 28 Mayıs 2023 YAZARLAR

Evet, teoride her şeyin çözümü mümkün, herkes bilir, söyleyiverir. Ama pratiğe geçirmek zor. Tüm problemlerimize, acılarımıza, özlemlerimize, aranan çözümlerin en kolayı, etkini, zararsızı olduğunu hissetmemize rağmen…

Bir aktivist dostum var, onunla görüşüyoruz bu konuyu. Nasip…

Beraber yoldaş olabilmek için en azından temel kavramlara yüklediğimiz anlamlar konusunda hemfikir olmalıyız dedim. Teoride tamam, yapacağız, kavramların sınırsızlıklarında gezeceğiz bir süre. Ama engeller çok…

Etkin bir dernekte yönetici. Bulunduğu her yerde bir görevi var aslında. Nerede bir protesto var, insan-hayvan hakları, demokrasi, orada onu görmek mümkün. Dernekte ilk adımı atabileceğimizi söyledim kendisine. Yok, dedi. Orada öyle çözüm arayan, düşünen, taşınan, fikirlerini söyleyebilen insan yok. Kutuplaşma had safhada. Taaa 1970’lerin zihniyeti, aynen devam.

“Sen ne yapıyorsun orada?” demek geldi içimden ama demedim. Fakat sorguladım. İnsan sürekli alış-veriş içindedir çevresi ile. Bu ilişki zayıfladığında iletişim de zayıflar. Yanılıyor muyum?

Derneğe ziyarete gittim. Kimse, sen kimsin, ne arıyorsun, diye sormadı. Demektir ki, kapalı bir toplum değil. Bir anlamda sokak yani ancak farkındalıkla anlamlı…

Genelde herkes birbirini tanımakta. Ama ben kendimi yabancı hissetmedim. Masalar dolu, yemek, tatlı faslı, çay, kahve, bira, şarap… Ortamı okuyorum her zamanki gibi. Haftanın bir günü bir araya gelen insanların en temel ihtiyacı, hal hatır sormak, sohbet. İlk planda, en net görülen bu. Çünkü sanatçılar sahne aldıkları halde konuşmalar devam etmekte. Hem de inadına, bağırarak, müziğin sesiyle savaşarak, yarışarak adeta. Şarkının birisi bitiyor. Sönük bir alkış sonrası doğal, yerel şive ile serzeniş geliyor. “Alkış bu gada mı?

Dostuma söyledim, “İnsanlar sohbet ederken hafif bir fon daha güzel olmaz mı?” Olaylara hep çözüm odaklı bakıyorum, hissettim. Bu kendi adıma güzel bir şey olsa bile, istenmez. Ben de istemem. Birisinin başımda dikilip şöyle daha iyi, en iyi olur, bak hata yapıyorsun, deyip durmasını istemem.

Ama çok mu zor? Sanatçılar bunu neden düşünemezler. Yaşanan kaosun bir parçası olmak ne hissettirir, kazandırır, kaybettirir. Ya insanlar… Veya bir aklı selim yok mudur orada. Sorular çok, cevapsız…

Bir süre sonra insanlar sahneye yönelebildiler. Birlikte söylediler, coştular, dans ettiler. Söylenen iki şarkının benim dünyamdaki anlamı ile mevcut ortamı yan yana koyamadım. Sadece yaşadım, acı acı… Safalar getirdiniz safa geldiniz dostlar ve gül pembe.

Birkaç sosyal medya, sohbet grubuna üyeliğim var. Bir şekilde girdim ise çıkmak istemem. Okuma da okuyamam. Öylesine bildirimler gelir durur. Halimin mantıklı bir açıklaması yok, sadece hissiyatım…

Bir kavrama odaklandığımda onu okurum her hadisede, her yerde arar dururum, kendime göre. Dernekte aradım, sohbet gruplarında aradım. Sokağın hali bu ise ben sokakta yaşayamam, diyesim geldi, ürktüm, irkildim, korktum…

Sanırım ben kendi sokağımı arıyorum. Her şeye rağmen, haklı dahi olsam, paçalarımıza kadar ulaşan vıcık vıcık çamurda, ha kaydık ha kayacağız, burnumuzun direği sızlayarak yol almaya çalışıyor da olsak… Herşey olması gerektiği gibidir, ne bir gram eksik ne de fazla diyebilirsem sokakta kendime bir yer bulabilirim.

Veya her şeye rağmen saygının hakim olduğu sokakta, kimse kendisine, kendi sokağını aramaz…