Farklı Renk ve Düşüncelere ihtiyaç, her geçen gün daha da artıyor.
Bugünlerde duyduğum ve okuduğum haberlerde dikkatimi çeken şeyler arasında farklılıkları kabullenme de yaşanan zorluklar oldu. İnsanın kabul çıtasındaki düşmeler miydi yoksa saygı, sevgi, hoşgörünün değerini yitirmesi miydi bu yaşadıklarımız, belki de her ikisi etkiliydi bugün ki ruh ve duygu halimizde. Ama tarif edemediğim bir hüzünle bu sabaha uyanmama engel değildi dünden kalan aldığımız acı haber. Evet! Anadolu toprakları has bir evladını daha bağrına alacaktı. Bu kişi, Sırrı Süreyya Önder’di.
Bir şiirin bir dizesinde denildiği gibi ‘Neden duymaz kimse feryadı mı, Gönlümde gönülsüzlük var benim’. Bu feryat, aslında şahsıma ait değildi. Yüzyıllardır bu topraklarda, has evladına karşı yapılan vefasızlığın, ihanetin bir haykırışıydı.
Sessiz çığlıklar oldu, kan ve gözyaşları içeri akıtıldı yıllarca bu coğrafyada. Niceleri maruz kaldı ya da bırakıldı aynı kadere, aynı sona. Yaşar Kemal’den, Nazım Hikmet’e, Necip Fazıl’dan Bediüzzaman’a, Ahmet Kaya’dan Muhsin Yazıcıoğlu’na oradan Hrant Dink ’ten Tahir Elçi’ye kadar daha sayamadığım yakın ve uzak geçmişimizde o kadar Anadolu evladını kaybettik ki artık yeter, bitsin bu vefasızlık diyecek gücümüz bile kalmadı noktasına gelindi.
Sırrı Süreyya Önder’in ölümü, sevgiye tutkulu ve adeta barışa hasret bir yaşamın sonu oldu. O içten ve doğal tavırlarıyla, nezaketini ve renkkörü bakışıyla herkesi ve her kesimi, kalpten seven ve bir arada yaşaması gerektiğine inanmış bir insandı. Anadolu’nun bu farklı renk ve düşüncelerini, bağrında bir ana duyarlılığı içerisinde hazmedebilmiş kadim toprakların çocuğu olan Sırrı Süreyya Önder’in öne çıkan bir ideali vardı. Makam değildi, Mülk değildi ama insan onurunu ve değerlerini koruyarak kendi renkleriyle varolmuş bir toplum düşüncesiydi. Barış’tı, Adalet’ti, özgürce amasız, fakatsız, ötekileştirilmeden yaşamaktı. Özlemini son birkaç asırdır çektiğimiz huzur, barış ve adalet Sırrı Süreyya Önder’in ölümüyle artık gelir mi?
Farklı renk ve düşünceleri kabullenmek bu kadar mı zor bu coğrafyada? Kimin için zor? Zor olmasının ardında marjinal kazanımların yok olması, diktatörlüklerin yıkılması, haksız kazançların elden çıkması mı var? Belki de, zalim ve despotik düşüncenin karşındaki tek engel diyalog, hoşgörü, herkesi ve her düşünceye saygının olmasıydı.
Neden olmasın ki, Kurt ile kuzunun birlikte kendi sınırlarına dikkat ederek yaşadıkları bir dönemin gelmesi, neden olmasın ki, farklılıkları zenginlik görüp bunu pratiğe dökebilen bir sistemin, anlayışın, siyasetin işletilmesi. Kesinlikle olabilecek şeyler bunlar. Yarınlara umutla bakabilen biz yetişkinler varsak şayet, gençlerimizin yüzü gülecek, huzur bulacak ve kardeşçe yaşamayı becerebileceklerdir. Aksi taktir de kaos, kaosu, iftiraklar iftirakları, ötekileştirme ve yok saymalar ötekileştirme ve yok saymaları beraberinde sürükleyecektir.
Ne olur, artık düşünen, üreten ve birleştirme çabası olan insanlarımızı harcamayalım. Onları düşman, zararlı bir böcek gibi görmekten vazgeçelim. Bizim değer vermediğimiz bu kıymetler, dünyanın dört bir tarafında değer görürken, kendimizden uzaklaştırmanın, sürgün etmenin, cezaevlerine doldurmanın sadece Anadolu’ya bir ihanet olduğunu, kendi kardeşini kuyuya atan kimselerin gün gelir kuyuya attıkları, sürgün ettikleri kardeşine muhtaç olacaklarını bir an olsun akıldan uzak etmemeleri gerekir.
İçinde kin ve nefret tohumlarına sera olup büyümesine zemin oluşturanların akrebin kendini sokması gibi kendilerini imha edecekleri bir gün gelecek ve o gün kendileriyle birlikte koca bir medeniyete, emeğe, değerlere ihanet ettiklerini görecekler.
Yazık etmeyin! Anadolu insanlarına, farklı renk ve düşünce zenginliklerine. Sırrı Süreyya Önderler de ölürler ama bundan sonra kimse sevgiye, saygıya, birlikte yaşama coşkusuna hasret gitmesin…