Sen gidince sıla gurbet olur annem

“Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyar olmaz.” der eskiler. Dünyayı diyar diyar gezsek, anamız gibi bizi bağrına basan, şefkatle kucaklayan bir başkasını bulamayız. Çünkü Yüce Yaratıcı onun içerisine şefkat duygusunu der cetmiş. Bu duyguyu içerisinde taşıyan o yüce ruh asla sevmeye kanmaz, basar sürekli o can ciğer parçasını ummanlar gibi olan bağrına. “Ağlarsa anam ağlar,

MEHMET TOY 08 Mayıs 2017

“Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyar olmaz.” der eskiler. Dünyayı diyar diyar gezsek, anamız gibi bizi bağrına basan, şefkatle kucaklayan bir başkasını bulamayız. Çünkü Yüce Yaratıcı onun içerisine şefkat duygusunu der cetmiş. Bu duyguyu içerisinde taşıyan o yüce ruh asla sevmeye kanmaz, basar sürekli o can ciğer parçasını ummanlar gibi olan bağrına.

“Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar.” Yanaklarında sarı güller gibi damla damla süzülüp akan o gözyaşları, aslında içerisinde volkanlar gibi yanan fakat asla yakmayan o şefkatin tezahürüdür.

Bu duyguyla inler sürekli “Evlat, evlat” diye. Kendi inler ama inletmez yavrusunu; yanar ocaklar gibi ama yakmaz o can ciğerini. Evladı ne zaman ihtiyaç duysa koşar yardımına bir süvari gibi doludizgin. Bazen de el açar Yaradan’a onun için, kim bilir O’ndan neler diler!

Ana bir cazibe merkezidir. Onunla yeşillenir her taraf, şirin gözükür insanın gözüne ananın yaşadığı o muhitler.. Ana caziptir, cazip olduğu içinde yaşadığı mekânlar cazip görünür. Bütün bu cazibelerin arkasında belki de onun o karşılıksız ve menfaatsiz sevgisi yatmaktadır.

İşte bundan dolayıdır ki ananın bulunduğu mekânlar çeker bağrına tıpkı dağların bulutları çektiği gibi. Yağmurla gelen rahmetin etrafı yeşertmesi gibi, insanın gözünde yeşerir, güzelleşir ananın yaşadığı o mekânlar

Ah ayrılık! Ne kadar da zordur sevenlerin birbirlerinden ayrılması. Bir gün gelir “Her canlı ölümü tadacaktır.” emriyle o ululardan da ulu ruh, ruhunun ufkuna yürür. Yürür ama geride kalanların ruhunda; eğer bu bir evlat ise, yeri başka bir şeyle doldurulamayacak kadar büyük boşluklar bırakır. İnsan ayrılıkla duyar içindeki o acı ve kederi.

Eğer ebedi âlemde kavuşma ümidi olmasaydı, insan nasıl dayanırdı bu ayrılığa! Dayanamaz, belki de üzüntüsünden çatlar giderdi. Ananın ölümü kadar insanı ağlatan, acı ve keder veren başka ne olabilir ki?

“Ana ölünce baba amca olur. Anası olmayanın babası el olur. Anasını kaybeden hem anasını hem de babasını kaybeder.” Atalarımızın söylediği bu sözler, ilk etapta insana garip gelse de, zamanla ne kadar da yerinde söylenmiş sözler dedirtir insana.

Sadece baba mı? O şipşirin beldeler de ırak olur, hazan bağına döner insanın gözünde. İnsan gitmek istemez, yüz çevirir o diyarlardan yavaş yavaş. O özlemle hasretini çektiği diyarlara yolcuklardan vazgeçmeler önce hayallerde başlar, sonra da bir bir gerçek olur. Zamanla gurbete dönüşür sıla, sadece dillerde adı anılır hala gelir o güzelim mekânların isimleri..

Ana hayattayken güçlü hisseder insan kendini. Ne zaman yardıma ihtiyaç duysa o şefkatli eli hayat verir; dokundukça tazelenir, okşandıkça kendine gelir insan. Ancak ananın ebedi yurduna göçüp gitmesiyle o dağ gibi destek ortadan kalkar, direnç ve moral kaynakları bir bir yok olur, başka şeyler onun verdiği güç ve kuvveti vermez insana.

“Ana başa taç imiş, her derde ilâç imiş. Bir evlât pir de olsa, anaya muhtaç imiş.” der Yunus.

Bunalıp sıkıldığımızda müracaat edip rahatlayacağımız, üzüldüğümüzde teselli bulacağımız, sevindiğimizde sevincimizi paylaşacağımız, ilgiye ve duaya muhtaç olduğumuzda müracaat edeceğimiz kısacası içimizin sesini aktaracağımız o şefkat kahramanının yokluğu, ruhumuzda derin boşluklar oluşturur. Bir başkası dolduramaz o derin boşlukları.

Acının, merhametin, şefkatin timsali olan ana bu dünyadan gidince, artık kim acır bize, kim merhamet duyar, kim ağlar, kim “yavrum” der bağrına basar, kim sıvazlar yanaklarımızı? Uzakta da olsak, sık sık görüşemesek de yetiyordu onun varlığı bize.

Ayakta durmamızı sağlıyordu, moral oluyordu o kalpten söylediği “Canım, ciğerim” nağmeleri. Şimdilerde ne kadar da muhtaç hale geldik onun rahatlatan, ümitlendiren, canlandıran yol gösterici içten tavsiyelerine, hele tebessüm edalı gülen yüzüne. Maalesef ana hayattayken anlayamıyor insan bütün bunları.

Fakat ne fayda! Ezelde verilen, kader kitabına yazılan o ilahi hükmü kim değiştirebilir ki! Madem değiştiremez, o halde bedenen aramızda olmayan ancak endamıyla hayallerimizi süsleyen o pırıl pırıl ölümsüz ruh, hülyalarımızda tüllenerek manen gönlümüzde yaşamalı, tazeliğini her daim korumalıdır.

Unutmamak, unutulmamak için onu gönül dünyamızda Fatiha’larla ve Yasin’lerle yaşatmak, onunla manevi bağımızı devam ettirmek vazifelerimiz arasında olmalıdır.

Annenin kadir ve kıymetini her daim bilmeli ve ona hayatta iken hak ettiği değeri vermeliyiz. Yoksa bir gün ansızın gelen Azrail onu bizden ayırdığında elimizden hiç bir şey gelmez; sadece ahlarımız, vahlarımız kalır geride.