Nedense bu cümle genelde negatif algılanır. Herşey bitti, sona erdi. Mahvoldu, perişan.
Taş taş üstünde, baş baş üstünde kalmadı. Ama bu tamamen bize bakar. Bitti demeden asla bitmeyecek. Neyin, nasıl olmayacağını öğrendik sadece. Bir çizik daha attık. Çözüm adına bir ihtimali daha eledik. Belki biraz nefes almalı. Ve yeniden başlamalı.
Her düşüncemizi bu kadar ısrarla gerçeklemeye çalışmalı mı? Bence evet. Çünkü o biziz. Yaptığımız veya yapmadığımız herşeyin bizim dünyamızda bir karşılığı var. İsteklerimizin, kararlarımızın, gülüşlerimizin, ağlayışlarımızın… Herhangi birisini ihmal ettiğimizde sonraki asla tamam olmayacak.
Gerçekleştirmekte zorlandığımız düşüncelerimizden bahsediyorum. Kolay olanı zaten yapıveriyoruz. Ertelediklerimiz sırtımızda yük. Benim için böyle. Zaman zaman masamda buluverdiğim, biraz göz atarak bir sürü mazeretlerle köşeye fırlatıverdiğim şeyler. Hepi topu birkaç tane aslında. Görüyorum, bütün açmazlarımın anahtarı, oralarda biryerlerde.
Bir tane örnek vermek istiyorum. Yıl 1983. Üniversite tercihlerimi yapıyorum. Yeni yeni yabancı dil ile eğitim yapan bölümler çoğalmaya başlamış. Kolaycılığım tuttu, kaçtım. Sonra iş hayatımda senelerce ingilizce kursuna gittim. Şimdi almanca öğrenmeye çalışıyorum.
Cümleye negatif anlam katan kelime YOL mudur yoksa? Hepimiz yolcuyuz. Yollarımız hem aynı hem de ayrı… Bu nasıl olabilir ki, diyen var mıdır?
Üniversitede bir arkadaşım vardı. Özlemişim, hatırladım, duygulandım. Onu benim yanımda özel kılan şey, en az benim kadar hassas olmasına rağmen espri yapabilmesidir. Akardık onunla. İnatlaşırdık kendimizle. Dayanamayacağımızı bile bile. İçimizdeki çocuğu yaşatırdık birlikte, masumane. Yıllar sonra tekrar karşılaştığımızda, „İhtiyarlamışsın.“ demiştim. Onda kendimi görmüşüm. Öyle söyledi.
Şimdi ne yapıyor, merak ediyorum. Özlemlerini, sabredişlerini, affedişlerini, arayışlarını, buluşlarını… Ve aynı zamanda korkuyorum. Mecnun’un „Sen Leyla’m olamazsın.“ demesi gibi bir anlamda. Ya da ben Mecnun muyum ki…
Herkesin benim gibi düşünmesi, konuşması gibi bir beklentim yok, olamaz da, kesinlikle. Ama yürekler? Bir damla mutluluk ararlar. Belki bir selam, sadece.
Karşı mahalleden(!) sanatçılar görürüm sosyal medyada. İç dünyalarından söylerler. Hayretler içinde dinlerim. Hepimiz aynıyız işte, insan. Nedir bu kavga o zaman?
Yol… Susmak veya konuşmak. Yazmak veya yazmamak. Gülmek veya ağlamak… Çünkü herkes sadece kendi yolunu bilmekte.
Yıllar önce duymuştum. Ve öğrendiğimden beridir farkındalığıma rağmen hala yapmaya devam eder dururum. Grupla çekilmiş bir fotoda kendimi aramak. Veya ismimle hitap edilmesine duyarlılığım. Motivasyonum egom mudur yoksa? Cinselliğim kadar gerçek olan bencilliğimden kaçış mümkün mü?
Herşey beni anlatır. Bazen direkt, bazen dolaylı. Söylerim ama cinsellik tabumdur mesela. Otomobil ve üniversiteden bahsetmem genelde. Tevazu veya insanlarla arama mesafe koymamak? Sanmıyorum. Kendimi aldatıyorum. Öyle işte. Çünkü küçücük şeylerde fırtınalar koparmamı kendime açıklayamıyorum. Bırakmalı mıyım?
„Ne gelirse başa, yoldaştan değil yoldandır.“ der Taptuk Şeyh. Ve „Bütün yollar Allah’a çıkar.“
Yol BENim. Şikayet ettiğim herşey, yaşadığım tüm problemler bendendir. Velev ki, değil, çözebilecek, yönetebilecek, gidişatı değiştirebilecek tek kişi BENim…