Nedir, diye sorduğumuzda hemencecik bir sürü tılsımlı kelimeler birbirini takip eder.
Söyleyen ne anlatır, dinleyen ne anlar, bilinmez. Kimse de bir şey soramaz. Neden? Mutlu mesut yaşadığımız sürece, harika. Bir takım şeylerin farklı olmasının gereğine inanıyorsak eğer sorularımıza cevaplarımızı bulmamız, sorumluluğumuz.
Sırat-ı müstakim… Allah yoludur, Kuran, peygamber, alimler, iyiler, doğrular… Ve hidayet ile ilişkilendirilir. Düşünce dünyamızda belki bazı lügatlarımızda da hidayet, Allah’a inanmak olarak yer alır. Yanlış değil.
Bugün dostum ilginç bir şey söyledi. Bu konuyu irdelemek gündemimde bile yokken. Neyle açıklanabilir ki böyle bir yaşanmışlık? Yaşadıklarımda düşüncelerimi mi görüyorum yoksa düşündüklerimi mi yaşıyorum…
Gökyüzünde bir uçak görüyoruz. „500 yıl önce yaşayan insanlar buna ilah derlerdi.“ diyor dostum. Herşeye bir cevap arıyoruz işte. Kendimizce buluyoruz da. Ölümden sonra yeniden dünyaya geleceğimize inanıyor bazılarımız mesela. Veya tüm kötülerin cezalandırılacağına. Kim yanlışlayabilir ki?
Niyetim, kimsenin imanını sorgulamak veya sorgulatmak değildir. İman bir yolculuktur ve bu yolculuğun sonu yoktur. Çünkü inanılacak olan varlık, düşünce ufkumuzun kapsamından çok daha farklı olmalı. Ancak inancın yansımalarını hayatın içinde konuşmak mümkün. Ve her ne olursa olsun, inanç sistemimiz mutlu mesut yaşamamıza engel olamaz.
Tabii ki, mutluluk izafi bir kavram. İnsandan insana değişebildiği gibi içinde bulunduğumuz duruma göre de farklılıklar gözlenebilmekte. Aç iken yediğimiz yemekten çok daha fazla lezzet almamız, mesela. Tok olanı ağırlamak zor olur, tabiriyle. O zaman önce insanlığımızı keşfetmeli.
Diyelim ki, masumane bir nedenle köşeye sıkıştık. Dostumuza kendimiz için verdiğimiz bir sözü yerine getiremedik. Yaptım, diyerek geçiştirdiğimizde mutlu olur muyuz? Yoksa bize de yapılma ihtimali ile güven kaybının vereceği yalnızlığa bir adım mıdır attığımız? Ya alışkanlık haline gelirse, ar perdesi bir yırtıldı mı, yalanın önü alınabilir mi? Belki de sırat-ı müstakim, kimseye köşeye sıkışmış hissettirmemektir.
Kısa bir süre önce internetten alışveriş yaptım. Süreç profesyonelce hazırlanmıştı. Takdir ettim. Ama kafamda soru işaretleri. İnsanlığımıza çalışılmış çünkü. Süre konulmuş, indirim bitti bitiyor. Kargo bedeli son anda ödeme yapıldığında çıkıverdi karşıma. İtiraz ettim. „Burada akıllılık yaptığınızı sanıyorsunuz. Bu yaptığınızın kendi hayatınıza etkilerini göremiyorsunuz. Siz de güvenerek alışveriş yapamazsınız.“ dedim. Ancak sorun şu ki, yazıştığım yapay zeka olabilir.
Üzerinde uzlaştığımız bir mutluluk tanımı olsun. Veya erdemli bir yaşam. Böylece elde ettiğimiz kriterlere göre insanları sınıfladığımızda ne yazık ki, inanç ortak bir özellik olmuyor. Oysa tüm inanç sistemleri insanlığa huzuru vaad eder. Sizce de burada bir gariplik yok mu?
Sırat-ı müstakim… Akıllara durgunluk veren ifadeler sıralayabiliriz. Hatta maddi olarak olağanüstü destekciler sürebiliriz. Mucizeler, kerametler… Yetmiyor, bir anlam ifade etmiyor. Toplumun huzurunu sağlayamıyorsa eğer, hayır.
Kötüye kötü demek sırat-ı müstakim olmayabilir mesela. İyiye iyi demek de. Bu kavramların izafi olduğunun farkındayım. Bunun bir önemi yok. İnsanların anlayacağı ortak dili bulmak hedefimiz olmalı. Her bireyi özel bilip kararlarına, tercihlerine, dengelerine, değerlerine saygı ile. Gerektiğince, özgürce, kimseyi suçlamadan, dışlamadan. Kendimize ve tüm dünyaya rağmen.
Haklılık iddialarını görüyorum dostlarda. Haklılar. Zaten hak sahibi olmayanların, birilerini haksız hissettirmeye hakları yok. Ama atılan her adımın ruhunda huzur olmalı…
„Savaşa hayır!“ karikatür resim sergisi gördüm geçenlerde. Tebrik ettim ama içimdeki bilgeliği(!) durduramadım. Yetmez, dedim. „Barışa evet!“ diyelim. Sırat-ı müstakim mi idi yaptığım, bilemiyorum. Çünkü önerimin, dostuma neler hissettirdiğini bilemiyorum. Ve söylemek yetmiyor. Veya böyle bir aktiviteyi önemli mi görüyorum yoksa yapılanda kusur aramak mıdır yaptığım. Ortaya sürdüğüm gerekçelerim doğru bile olsa…
Sergiyi dikkatlice incelemedim. Aklımda kalan şey, uluslararası bir organizasyonun hedefe konulmuş olması. Böyle bir yaklaşım savaşları durdurmaya yeterli olabilir mi?
Çünkü savaşın en az iki tarafı vardır. İnsanların maddi, manevi yolculuğu da kendisine özel olmakla birlikte diğerlerinden bağımsız ele alınamaz.