Sahip olduğumu söyler dostlar. Karamsarlık insanı bir kuyuya çekermiş. Haklılar. Ama dahasını bilmiyorlar. Nefes bile alamıyorum bazen. O kadar bunalıyorum.
Neden pozitif düşünemiyoruz veya sadece negatif düşünen ben miyim? Nedenlerimi sıralayabilirim sadece. Hepimiz için, hep birlikte bu konuyu ele alabildiğimizce hayat akışına yaşanabilir, umarım.
Kendimi savunmak gibi bir niyetim olmadığını belirtmek istiyorum öncelikle. Dostlara, hangi sözleriminden dolayı kırıldıklarını sormadım bu nedenle. Tezlerime karşı antitezlerini duyamadığım için tanımlamaları tarafımca hükümsüzdür ama önemsiz diyemem.
Beni kara kara düşündüren şey, ülkem insanının geldiği sosyolojik ve psikolojik cinnet derecesi değil. Haberleri dinlemeyi sevmiyorum. Sosyal medyada bir kaç hesaba göz atıyorum sadece. Yetiyor. Hadiselere üstten bakabilmek, en kısa ve en etkin çözümü bulabilmek, çözümün bir parçası olabilmek… hedefim.
Aksi, mağduriyetlerin bir daha yaşanmaması adına neler yapılabilir, soramam. Sorumluluklarıma odaklanamam. Yapana lanet okumakla yetinirken bulabilirim kendimi. O lanetin dönüp dolaşıp başıma dolanmayacağından emin olabilsem… Veya gerçekten çözüm olacağına inanabilsem, yapardım.
İstanbul depremi gün sayıyor. Yeterli hazırlıkların yapılmadığı aşikar. Bazı binalar eften püften nedenlerle yıkılıveriyor. 1989 yılında „Bu evlerde artık oturulmaz“ dediğimi hatırlıyorum. Hissiyatımın etkisi zamanla yok oldu gitti. Elimde veri olmamasına rağmen yenilere bile güvenim yok şimdilerde. Neden acaba? Negatif mi düşünüyorum yoksa? Ama beni kör kuyulara hapseden şey bu da değil.
Bir yanda komplo teorileri, öbür yanda ahir zaman alametleri. Ve üçüncü dünya savaşının ayak sesleri. Vahşice… Olabilecekleri inkar etmek mümkün değil. Köy görünüyor. Söylemek bilgelik mi ola…
Bir çok ülkenin elinde insanlığın sonunu getirebilecek kadar etkili silahlar hazır beklemekte. Birisinin delilik yapmayacağından emin olabilir miyiz? Bazen „Ben kazanmayacak isem o da kaybetsin“ diyebilen bir yanımız var.
Yalnız burada çok önemli bir sorum var. Hakkın, hakikatin, adaletin, insanın önceliklendiği toplumlarda maddi, manevi, teknik gelişmeler beklenir. Bu kriter doğru ise korkunç silahların emin ellerde olduğu düşünülebilir. Ne yazık ki bunu söyleyemiyoruz. Neden?
Ya kriter yanlış ya da bilmediğimiz, atladığımız bir tılsım var bu işte.
Sanırım beni kara kara düşündüren şey buralarda bir yerlerde. Ak ile karanın ayrılmaması. Küfür ile imanın, doğru ile yanlışın, adalet ile zulmün… Şahıs bazında bunu söyleyemesek de, söylemek haddimiz olmasa da, dışarıdan bakıp görülen ile iç dünyalar tamamen farklı olabilse de… Ortaya saçılanlara bakıldığında toplum bazında halimizin özeti bu.
Kötülük iyilik ile dengelenemeyecek kadar büyük veya iyilik kötülüğü dengeleyemeyecek kadar zayıf.
Çözüm arıyorum. Tanımlamak yerine anlamaya çalışıyorum. Grupçuluğu ret ediyorum. Harika deneyimler yaşamaktayım. Bu nedenle aslında karamsar olduğum söylenemez.
Doğru yolda olduğuma delillerimi dostlarımda buluyorum, ne yazık ki. Neyin nasıl yapılmayacağını onlarla keşfediyorum. Kavramlar havada uçuşuyor ama anlamsız. Hakikatlerin üzerinde tepinircesine… „Rabb’im Allah“ diyorum mesela, hala konuşuyorlar. Rabb’lik iddiasıdır bu. Hümanist olduğumu söyledim geçenlerde. İçimdeki fırtınalardan hiç mi hiç haberleri yoktu. Hissedemedim. Oysa insanın kendisinden vazgeçebilmesi yüce bir hakikate dayanarak mümkün.
İyiliği biliyorlar. Kötülüğü de biliyorlar. İyi olduklarından o kadar eminler ki… Mutlu mesut yaşıyorlar.
Dostlar negatif düşüncelere sahip olduğumu söylerler. Bir söze bakarım, bir de söyleyene. Bana bu sözü söyleyebilecek kadar kredisi var mı yanımda? Yüreğini verebilmiş mi, dinleyebilmiş mi, anladığını hissettirebilmiş mi? Beni, benim için sevebilmiş mi?
Ama hakikat nazarında doğrudur söyledikleri. Bir çocuk masumiyeti, bir delinin saflığıyla gülemediğim sürece kötülüklerle mücadele ettiğim söylenemez.