Değerlendirme

Değerlendirme

Sunuma çok önem verdiğimi görüyorum. Kiminle konuşsam lafı döndürüp dolaştırıp buraya getirirken buluyorum kendimi. Bu halimi neye yormalıyım sizce?

SEDAT İLHAN 04 Şubat 2024 SEDAT İLHAN

Sonraki toplantıyı heyecanla bekledim, ne bulacağımı bildiğim halde. Kar yağışı, kötü hava koşulları… Toplantıya gitmemek için geçerli bir neden aradım. Veya gitmek için kendimi motive etmenin yollarını. Korkularımız ile sınırlarımızı çizeriz, demiştim mesela. Sınırsızlığı önemsiyorsam, özgürlüğümü, kendimi, kapasitemi, kabiliyetlerimi, evde durmamalı idim. Öğleden sonra gelen bir haber, beni kendimle, ilkelerimle imtihan olmaktan kurtardı. Toplantı iptal oldu.

Nihayet beklenen gün geliyor. Salona bir fatih edası ile girdiğimi hissediyorum. Herkesle gözgöze gelmek, gönülden bir selam vermek, gönüllerdekine ortak olmak… Olmuyor tabii ki. Engel? BEN…

Bir göz ile temas, anlık sorgulama. Kimdi bu? Bilimi öncelikleyen, bilimci, bilimsever. Kanallar kapalı. Neden? Veya bana bakan yönü, sorumluluklarım yok mudur ki…

Arkama bir el dokunuyor, bir el elimi arıyor. Kendisini hatırlatmak istercesine. Veya ben hatırlamaya çalışırcasına geçen saniyeler. Umarım hissetmemiştir yabancılığımı, anlık dahi olsa. Dost bilmelerinin bendeki karşılığının olmadığını düşündürmemişimdir, dilerim.

Bilinçli bir katılımcı, sorgulayan, soran, dost. Selam, dedim. Tebrik ettim. Söz sözü açtı, ayrılmak için yanından özür dileyerek müsaade istedim. Birilerinden bahsetti. Bizim konuşmalarımız onlara çok hafif gelirmiş. Derin felsefe yapıyorlarmış. Mış, mış, mış… Herkesin alacağı ders var, heran, herkesten.

Bakış açılarımızın benzerliği, karakterlerimiz, arayışlarımız… Benimle konuşmak istiyor heyecanla. Telefonlaştık sonradan. Hangi nefis mertebesinde olduğumu söyleyiverdi. Hoşuma gitmedi değil. Ama? Ne hoşuma gitmesi güzel ne de onun söylemesi… Veya bilebilir mi? Biliyorsa bu mertebeyi geçmiş olmalı. Benim onu bilmem mümkün değil. Onda bilmediğim haller görmeliyim.

Tıpkı masama misafir olarak katılan yeni dost gibi. Sıradan davranışlar, senli benli… Öyle büyük bir laf etti ki, hayatımda bir yere koyamıyorum henüz. Günahlarım var, der. Onlar bende gizli. Ama kimsenin arkasından laf etmedim.

Haftanın sunumunu dinliyorum bu arada. Tecrübelerini, bilgilerini aktaran kişi, toplantının interaktif olmadığını hatırlattı 3 kez. Üzerime alındım. Nesne ben değilim tabii ki, düşüncelerim, yolum, yöntemim…

Türkülerimiz anlatıldı, irdelendi. Erkeklerin kadınlar için yazdıkları, tasvirler, elma yanaklar, kiraz dudaklar… Aşk çilesi ile çekilen, dağlar yıkan „ohh“lar… Düşündüm. Kadınlar aşık olmuyorlar mı? Veya aşklarını nasıl anlatıyorlar? Kadınlardan aşk şiirleri dinlemek ne kadar güzel olurdu, özgürce. Yok, hayır, insanca… Bana rağmen hatta, aşkını ilan eden bir kadının garipsendiği kültürümüzde… Bu düşünceler kafamda dolanırken 3 kadın takılıyor gözüme. Niyet okumam doğru ise aşkın nesnesi olmaktan memnunlar. Birileri „eşitlik“ mi, dedi?

Dilerim sunumum bir dönüm noktası olur. Edindiğim tecrübelerimi başkalarında aramanın faydasızlığı gün gibi ortada. Herkes kendisini aramakta. Baktığımız her köşede, herhangi bir köşede bulduğumuz şey, görmek istediklerimizdir sadece. Zamanı gelince öğreniyoruz, öğretenden değil.

Ve bu nedenle düşüncelerim çok önemli. Yapılması gerektiğine inandıklarıma odaklanmalıyım. Adım adım ilerlemeliyim yolumda. Dostlara hayrolsun diyerek…

Böylece bir çok insanın hayatına dokunabilirim. Ben başardığımda bazıları kendine inanmanın ve sevmenin mümkün olduğunu görecek. Karşılıksız sevginin, sevilmeyi beklemeden, tüm farklılıklara rağmen…

Ama insanların arkasından konuşmamak… Nasıl öğrenilir ki bu? Velev ki, haklı olalım.