Dernekte söyleşi organize etmişler.
Programı haber veren dostum katılmaya değer olduğunu söyledi. Beni can evimden vurarak. 80 yıllık bir ömür, tecrübe, yaşanmışlık. Politik-kültürel gelişimimizi-değişimimizi ele alabilirdik, muhasebe yapabilirdik, neyi farklı yapmamız gerektiğini masaya yatırıp tartışabilirdik. Çünkü istenilen sonucu elde edemediğimiz aşikar.
Atilla Keskin kimdir?
Merak edenlerin, öğrenmek isteyenlerin hiç zorluk çekmeden yeterince bilgiye ulaşabileceğine eminim. Burada sadece Deniz Gezmiş’in arkadaşı olduğunu, idam hükmü verilen mahkemede birlikte yargılandıklarını söylemekle yetinmeyi tercih ediyorum.
Niyetim kimseyi hafife almak değildir. Doğruya, en doğruya hep birlikte, özgürce ulaşabilmek için kim, ne yapmalı? Bu soruya hepimiz için bir cevap aramak, sorumluluğumuz. Ve iç sesim. Sözüm geçmiyor, durduramıyorum. Kısa bir süre içinde defalarca yanlışlandığını gördüğüm halde. Doğru dahi olsa yüreklerdeki samimiyete saygısızlıktır, kabul. Güzel bir sonuca ulaşabilmek için ne yazık ki yeterli olmuyor, biliyorum.
Salona girdiğimde hafif bir şok yaşadım. Kalabalık değildi çünkü. Misafire mi yormalı yoksa devrimci düşünceye mi? İdealleri, çözümleri için bedel ödemeye hazır olanların sayısı azalıyor mu ki… Yeter, dediğimizde çöküş başlıyor oysa. Problemlerimizin olmasına bile gerek yok.
Söyleşinin ilk dakikalarındaki hissiyatım, anıların paylaşılması oldu. Tarihten mutlaka ders alınmalı. Bu kesin ama nasıl? Sürecin kronolojik olarak ele alınması, günümüzdeki açmazlarımıza nasıl çare olabilir ki?
Dakikalar ilerledikçe yaşananları yüreğimde hissetmeye başladım. İçim acıdı. İdealler uğruna ortaya konulan hayatlar, adanmışlık… Birazcık dahi bende de olsa, isterdim.
Dinlerken, konuşmacının kelimelerine belki de devrimci düşünceye dair anlam aradım durdum. Düşünce dünyamda sanki minnak minnak puzzle parçalarının yerlerini bulmaya çalıştım. Ta ki, mutlu mesut, hepimiz için, hep birlikte yaşayabileceğimiz baharlara yol olsun…
Yüzlerle ifade edilen devrimcinin yine devrimciler tarafından katledildiğini belirtiyor. Hapishanede bir arkadaşlarının canına kıyıp halay çekenleri de anlatıyor. Ajan dahi olsa kabul edilemez, diye ekliyor.
Silahlı mücadele veya cana kıyma… Devrimci hareket içinden kötü örnekler. Ve aynı zamanda, yakalanma sürecinde son kurşununa kadar mücadele eden Deniz Gezmiş portresi. Bu iki bakış açısı kafamda bir yere oturmuyor. Düşünceler net değil, sanki. Veya mahallecilik.
Silah gereksiz diyemiyorum. Ancak düşüncelerimizi kabul ettirebilmek için araç olamaz. Tabii ki, kullananlar olabilir ama fayda sağladığı görülmüyor.
„Nerede o eski günler…“ diyerek arayıp durduğumuz kültürümüzden örnekler veriyor. Biz beş arkadaş, cebimizdeki paralar beşimizi de sinemaya götürmeye yetmiyor ise gitmezdik, diyor. Böyle bir ortamda neden sosyalizme ihtiyaç duyulmuş olabilir ki?
68‘i kitle hareketi olarak tanımlıyor. Nerede bir ezilen var ise onun yanında, onun duyguları, rengi, üzüntüsü, bayrağı, pankartı ile yer alıyorduk, demekte. Kararlar hep birlikte alınmakta, sağ, sol ayrımı yapılmadan. Neden şimdi gerçekleyemiyoruz ki bunu?
Sosyalizm ile yönetilen ülkelerden örnekler vermekte. Gücün kontrolsüzlüğü sonucu gelinebilecek vahşet düzeyinden, zulümlerden, hukuksuzluklardan…
Ama yine de, her şeye rağmen tek çözüm SOSYALİZM(!) İnsanlığımıza geçemiyoruz, vesselam.
Geçenlerde cuma sohbetini dinliyorum, hocamızın samimane anlatımlarının bizi nereye götürebileceğini düşünerek. „Bir kötülüğe uğradınız ise susun.“ demekte. Eğer susabilirsek Allah bizim yerimize onu cezalandıracakmış. Hem de yüzde yüz emin. Ya hikmet? Veya sırat-ı müstakim. Bir ders çıkarma, bilgelik. Güzelliğe yol bulma, yol olma…
İnsanlığımız… Her zaman haklıyız(!) Oysa bir araya geldiğimizde, gelebildiğimizde çok daha anlamlı. Özlemlerimize bir o kadar daha yakın.