Toplum içinde her birey farklı iletişim stilleri ve tutumlar sergiler.
Bu farklılıklar zamanla belirli davranış kalıpları etrafında şekillenir. Bu bağlamda ‘Yüksek ve Alçak Sandalye’ Modeli; bireylerin güç, özsaygı, iletişim ve baskıcı algılarına göre sergiledikleri tutumları açıklamada güçlü bir metafor sunar. Bu model, sadece bireysel ilişkilerde değil, siyaset ve uluslararası ilişkilerde de anlamlı bir karşılık bulur.
Konuyu daha iyi anlayabilmek için Modellerin kişilik ve ilişkiler üzerindeki yansımalarını açıklamakta yarar var.
Öncelikle bu iki sandalye metaforu, sadece fiziksel değil, psikolojik bir konumlamayı da ifade eder. Bu metaforda yüksek sandalyeyi temsil eden bireyler; yukarıdan bakar, alçak sandalyeyi temsil eden bireyler ise aşağıdan yukarıya bakar. Bu durumların ikisinde de kesinlikle bir denge söz konusu değildir. İdeal olan ise, bireyin muhatapları ile aynı yükseklikte ve göz hizasında oturabilmek yani dengeli ilişkiler
kurabilmektir. Çift ilişkilerinde, diplomatik ilişkilerde veya arkadaş ve aile ilişkilerinde; dengeyi sağlamak, aynı zamanda muhatabı kendisiyle ortak paydalarda eşit seviyede görmek, hissetmek ve hissettirmek demektir.
Yüksek Sandalye Kişiliğinde; kişi kendini hep yukarıda konumlandıran, üstünlük duygusuyla hareket eden, otoriter ve kontrolcü eğilimlere sahip olarak görür. Genellikle bu tiplerin kendine güveni yüksektir. Fakat bu güven zamanla kişide üstün olma, kibir ve muhatabı küçümseme şekline dönüşebilir.
Alçak Sandalye Kişiliğinde ise; kişi kendini aşağıda gören, çekingen, uyumlu gözükmek için sürekli kendini zorlayan, muhatabından onay arayan olarak görür. Ayrıca bu tür kişiliklerde başkalarının sınırlarını ihlal etmemeye özen gösterirken sürekli kendi sınırlarından taviz veren duruma düşebilir.
Örneğin bir iş ortamında yüksek sandalye kişiliğine sahip bir yönetici, çalışanlarını sık sık küçümseyebilir, fikirlerini bastırabilir. Alçak sandalye kişiliğine sahip bir çalışan ise, bu baskıyı içine atarak kabullenmiş gözükür ve hak aramak yerine sessizce uyum sağlar.
Diğer bir örneğimizde ise çiftlerden biri yüksek sandalye kişiliğine sahip ise, partnerinin her yaptığını küçümser, sürekli akıl verir, sözünü keser, sadece kendisinin dinlenilmesini isteyebilirken, alçak sandalye kişiliğinde kalan taraf ise, içine atmayı, her şeyi sormayı, öz benlik kaybını yaşayarak denileni yapmayı, uyumlu davranmayı ve sessiz kalmayı isteyebilir ya da zorunda bırakılabilir. Bu iki örnekte de taraflardan biri alçak sandalyede sürekli oturtulmaya mahkûm edildiği veya zorlandığı için gerçekte dengenin olmadığı bir ilişki veya iletişimde dayanabildiği kadar dayanır. Bırakma, terk etme gibi eylemleri fiiliyata dökme her zaman olasıdır.
Konunun bir diğer boyutunda ise bu metafor siyaset ve uluslararası ilişkilerde de kendini göstermesidir. Özellikle müdahalecilik, sert güç kullanma, ‘dünya polisi’ rolü ve diğer devletleri dizayn etme hakkını kendinde görme gibi ‘yüksek sandalye’ siyasetini uygulayabilirler. Buna en iyi örnekler ABD ve Rusya’dır. Rusya-Ukrayna savaşının devam ettiği bu günlerde, ABD’nin konunun arabulucusu gözükerek zayıf tarafa ayar vermeye çalışması gibi.
Diğer tarafta ise ‘Alçak Sandalye’ Siyasetini temsil eden ülkelere baktığımızda, uyumlu ve zaman zaman kendi ulusal çıkarlarını dahi savunmaktan çekinen liderlik anlayışlarını görürüz. İşin gerçeği ise, ekonomik olarak bağımlılık gösteren ülkelerin kendilerine göre ayakta kalma stratejileri olarak ‘gönüllü boyun eğmek’ diyebileceğimiz bir tutum sergilemeleridir.
Sonuç olarak gerek bireysel gerek siyasal düzlemde, kalıcı barış ve sağlıklı ilişkiler için en temel ihtiyaç, herkesin aynı seviyedeki sandalyede, göz hizasında oturabilmesidir. Bu, karşılıklı saygı, herkesi ve her toplumu kendi konumunda kabul etme, empati yapmak ve sınırların tanınmasıyla mümkündür.
Ya sandalyesiz bir gelecek ya da eşit yükseklikteki sandalyelerde oturabilmeyi öğrenmek zorundayız. Veya eskilere gidip yerde herkes yerde oturarak haddini (seviyesini) bilecek. Mutluluk ve insanlık insanın içindeki cevheri keşfiyle mümkündür…