Türkiye Cumhuriyeti devleti ve yüzyıllık özür beklentisi

Türkiye Cumhuriyeti devleti ve yüzyıllık özür beklentisi

Hepinizin de bildiği gibi ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ 29 Ekim 1923 tarihinde kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşundan bugünne kadar ki sürecine ‘sosyolojik ve Psikolojik’ açıdan kendime göre kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum. Gerçekte ise yıllarca içimi kemiren ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ adı verilen bu mekanizmanın olması gereken gerçek ismine, devlet aklı tabir edilen refleks ve işleyiş tarzına

VAHİT GÖZ 01 Mart 2023 RENKKÖRÜ DÜŞÜNCE

Hepinizin de bildiği gibi ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ 29 Ekim 1923 tarihinde kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşundan bugünne kadar ki sürecine ‘sosyolojik ve Psikolojik’ açıdan kendime göre kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum.

Gerçekte ise yıllarca içimi kemiren ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ adı verilen bu mekanizmanın olması gereken gerçek ismine, devlet aklı tabir edilen refleks ve işleyiş tarzına ayrıca bu mekanizmanın asıl sorun noktası olarak gördüğüm kısmına değineceğim. Ayrıştırılmış, ötekileştirilmiş, devlet eliyle uğratılan baskı ve zulmün mağduru konumundaki halka,insana odaklanacağım. Bu yazımda birilerini memnun etmek veya başka birilerini karşıma almak gibi basit, ilkesiz, onursuz bir tavır sergilemeyeceğim. Bugüne kadar gözlemlediğim gerçeklerin ve en son yaşadığımız 6 şubat 2023 tarihli deprem sonrasında da fay kırıkları gibi içimde iyice netleşen duygularım oldu.

Devleti kutsallaştıran sapık ve cahilce yaklaşımların hızla artması, ‘Devlet olmazsa Din olmaz’ diyen diyanet adını verdikleri ucube ve gereksiz bir yapının yurt içinde ve yurt dışındaki temsilcilerinin vaazlarındaki söylemleri beni bu yazıyı yazmaya mecbur bıraktı. Devlet denilen mekanizma, tüm dünya devletlerinde birbirine benzer oluşum tarzı ve kendine özgü tepkilere sahip, sınırları ya kendi halkının mücadelesiyle çizilmiş yada devrin güçlü devletlerinin kendilerine uygun gördüğü haritanın hayata geçmesiyle ete kemiğe bürünen bir toprak parçasıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti diğer adıyla ‘Türk Devleti’ tabir edilen anlamsız, mantıksız, ayrıştırmacı, ötekileştiren, bugün daha da netleşen ulus devlet anlayışından ve ‘birleşik halklar’ bütünü gibi kavramlardan yüzseksen derece uzak duran bir konumu işgal etmektedir.

Bu devlete,Türkiye yada Türk devleti adı verilirken hangi akıl ve mantıkla verildiği konusunda şüpheleri taşımakla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşundan bir asır sonrasına kadar geçen yüzyıllık bir sürede milli kabul edilen sınırları içindeki, ondan fazla etnik kökenli halkların hiç birinin mutlu olmadığı konusunda çok iddialıyım. En azından yarım asırlık bu çoğrafyada yaşamış bir ferd olarak çok daha kesin inanca sahip olduğumu söyleyebilirim.

Sesli düşünüyorum: ‘Anadolu Cumhuriyeti Devleti’ adı verilseydi ülkeme ne değişirdi. Bence çok şey değişirdi. Başta ırka dayalı ve ırkçılık kadar faşist bir anlayışın önüne geçilebilirdi. Anadolu coğrafyasında farklı inanç, dil ve ırka sahip insanların ötekileştirilip bir asırdır yurdundan yuvasından tecrit, hapis yada ruh dünyalarında derin yaralar açılmazdı. Devlet halkıyla vardır. Halk ise insanlardan yani bireylerden oluşur. Teolojik açıdan da, demokratik anlayış ve hukuk açısından da bakıldığında değerli olan, kutsal olarak yaratılan ve akıl verilen ‘insan’ olmalı değil miydi? Bence en kıymetli canlı insandır. Ve insanın ‘Onurudur’. Milliyetçi bakışla kutsallaştırılan devlet anlayışlarında görülen aynen ülkemde olduğu gibi Türk, Kürt, Alevi, Ermeni, Arap, Süryani, Yahudi, Laz gibi gerçek değer ve inançlarından koparılmaya çalışılan, münafıklaştırılıp dillerini konuşmaları yasaklanan, sindirilen gruplar ortaya çıkarılmazdı. Böl- parçala- yut kimin işine yarar konusu artık hiç umurumda bile değil.

Dersim den başlayıp, milli şef adı verilen diktatörlerin, devlet başkanlarının idamlarına, maraş ve madımak olaylarına kadar acımasızca; yaklaşık her on seneye bir darbe ile halkı susturan bu anlayışadır sitemim. Bununla da yetinmeyip, post modern darbe yakıştırmaları, dinci ve dinsiz öcüleriyle insanların zihnini karıştırmaları, darbe aşkıyla utanmadan yüzlerce insanın ölümüne, öldürülmesine neden olan darbe tiyatro oyunlarıyla devam eden korku kültürünün temeli atıldı.

Devlet, halkın huzuru ve mutluluğu için kurulan mekanizma olması gerekirken, 1923 beri hemen hemen istisnasız her yönetim ve özellikle son yirmi yılı aşkın, baskı ve antidemokratik yöntemlerin fetvasını almış ve yaptığı herşeyi uygun gören milliyetçi ve muhafazakar görünümlü ama önce insan olma zihniyetini yitirmiş anlayışların olduğu ülkemden bahsediyorum.

Halkına küfür edecek cesareti ve aymazlığı gösteren, alenen insanların ölümüne seyirci kalan sonrada bir asırlık halkıyla yüzleşmesi gereken ancak ahlaksızlığını ‘ruhsuz ve içi boş’ özürlerle çözebileceğine halkı inandırmaya çalışana ahmak, gerici bir zihniyetle karşı karşıyayız. Halk yani insanlardan, bireylerden oluşan topluluk en değerli şeydir. Halk varsa orası ülkedir.

Halk varsa orada insanlık vardır. İnsanı yok sayan sözüm ona ‘cumhuriyet’ anlayışı kesinlikle adil değildir. Benim için insanın rengi, dili, dini veya tercihleri önemli değildir. Benim için önemli olan insani olgulara sahip olup olmadığıdır. Ülkemin adıyla başlayan bu problem; günümüze kadar halende devam eden ağzı bozuk, zalim, sömüren, korkudan ve sadece kendi güvenliği ve çıkarını düşünen yönetimlerden oluşan problem yumağının büyüdüğü bir ülkedir.

Bazı akıl ve insanlık seviyesi aşırı düşük olan insanların yaşadığı ve bir kısmının da dünyaya yayıldığı bu insanlarla aynı ülkenin insanı olmaktan utanıyorum. Kendimi ‘Anadolu insanı’ olarak tanımlayarak hoşgörünün, diyaloğun, kucaklaşmanın, menfaatsiz birlikteliğin olacağı o güzel günlerin özlemine bırakıyorum..