Göçmenleşen dünyamıza doğru

Her insan, hayatın kendi akışı içindeki zorluklarından nasibini mutlaka almıştır. Yaşam çoğu insanlara göre kesin bir mücadeledir hatta kaybedilmemesi gereken bir savaştır. Bu mücadele ‘Olmak ya da olmamak’ arasındaki ince bir çizgi gibidir. İnsanoğlu, yaşama yüklediği mücadele, zorluk gibi anlamlarla hayatın bir yüzünü kullanır. Oysa ki diğer yüzü ise kendisi ve hayatın anlamı açısından çok

VAHİT GÖZ 26 Şubat 2022 RENKKÖRÜ DÜŞÜNCE

Her insan, hayatın kendi akışı indeki zorluklarından nasibini mutlaka almıştır. Yaşam çoğu insanlara göre kesin bir mücadeledir hatta kaybedilmemesi gereken bir savaştır.

Bu mücadele Olmak ya da olmamak arasındaki ince bir çizgi gibidir. İnsanoğlu, yaşama yüklediği mücadele, zorluk gibi anlamlarla hayatın bir yüzünü kullanır. Oysa ki diğer yüzü ise kendisi ve hayatın anlamı açısından çok daha derin ve gerçekçidir. Peki bizleri hayatın mücadele ve zorluk tarafına bakmaya yönelten faktörler nedir?

Sadece hayatta kalmak mı yoksa gerçek olmayan yüzlerimizin sayısını artırmak mı? Çoğu insan gibi bizlerde hayatın zorlukları olduğunu kabul ederiz ancak bunun yanında hayatın güzelliklerine de parantez açarız. Yani her bir yaşamın çileli, sıkıntılı zaman dilimleri olduğu gibi güzel ve mutlu yanlarını da görmek, hissetmek gerektiğine inanırız.

Belki de sadece inanmayı tercih ederiz. Oysaki inanmak başarmanın yarısıdır. O halde başarmak için durup etrafımıza bakmayı, hissetmeyi bilmeliyiz. Eğer durmayı, dinlemeyi, izlemeyi hayatımızın karelerinde ihmal eder, gözden kaçırırsak ne kendi içimizde olup bitenleri ne de etrafımızdaki cereyan eden olayları doğru anlamlandırma becerisini elde edemeyiz.

Akla şu soru hemen geliyor. Neden durmayı, düşünmeyi, görmeyi bilemeyiz? Bilmek, görmek durmak bizi bu kadar mı korkutuyor? Oysa ki, biraz sakinleşebilsek, biraz endişelerimizi kontrol edebilsek kendimize odaklanacağız. Gerek bize gerçek değer verenleri ve gerekse de kendimizin iç dünyasını, duygularını fark edip mutlu olacağız.

İnsanların özellikle de kendi doğup büyüdüğü ülkesinden ayrı kalmış olmaları kendi duygularına dönmeye, kendi iç dünyası ile yüzleşmesi gerektiği gerçeğini örtmüş olmalı. Özellikle vatanından, doğup büyüdüğü topraklardan bir şekilde çıkmak zorunda bırakılmış kişilerin hayata tutunma konusuna yükledikleri anlam her zaman daha farklı olmuştur.

Hayat bu tür kişiler için ihtiyaçlar sıralamasında konforundan, eğitiminden, kendini geliştirmekten çok daha farklı bir anlam taşır. Onun için hayat, başını sokabileceği bir ev ve karnını doyurabileceği bir meslek önceliğini getirmiştir. Göçmen statüsündeki insanların hayata dair bakışlarında uzun süren kesintisiz kaygı ve hareketli travmaları vardır.

Bu travmalar, göçmenlerin yaşamlarının sonuna kadar sırtlarında taşıdıkları bir yüktür. Ta ki bu yük ile yüzleşme cesaretini kazanıncaya kadar. Böyle bir yüke yani göçmen travmasına sahip olan insanlar hayata, başta da ifade ettiğimiz gibi olmak ile olmamak arasındaki çizgi bir çizgi gibi bakarlar. Bu tür insanlarda hayatın anlamı çoğunlukla başkasına muhtaç olmadan, sağlıklarını koruyarak bir yaşam sürme felsefesine odaklanmıştır. Her bir insan için olması gereken ya da arzu edilen şey ise yaşama anlam katan, farkındalık kazanmış, anı yaşamayı keşfetmiş bireyler olmaktır.

Fakat, zihninde göçmen profilinde kalmış, kendisini bulunduğu yere ait hissedemeyen, hayalleri kendi ülkesi üzerinde kurulu bireylerde travmatik süreç sürekli aktif yanardağlar gibidir. Mutlu ve rahat görüntüsünün ardında hissedilen hep bir kaygı ve hüznü vardır.

Zihinlerinin arka planında istemsiz tekrar eden acıları,yalnızlık hisleri, korkuları, endişeleri sürekli aktiftir. Göçmenler, içinde bulundukları bu durumu realize etmek zorundalar. Kaygılarını azaltmak ve entegrasyonları hızlandırmak adına bu durum çok önemlidir.

Özellikle göçmenlerin, kendilerinden sonraki kuşaklara yani kendi çocuklarına ve onların çocuklarına kendi travmatik toksinlerini aktarmamak için hayata bakış açılarını ve gerçekler ile yüzleşme ihtiyaçlarını kabullenmeleri gerekir. Yapılan birçok araştırmalarda göçmenlerin, psikolojik, biyolojik ve ilişkisel sorunlarının olduğu bilinmektedir.

Bir açıdan bu sorunlar normal gözükmekte diğer açıdan ise bu sorunların ertelenmemesi gerçeği öne çıkmaktadır. Aidiyet duygusu, değerli olma duygusu ve bunların yanında var olma gerçeğini hissetmek her bir göçmen için ayakta kalmanın atmosferidir. Yani en uygun zeminidir.

Göçmenlerin oryantasyonunda en temel iki etkenden biri dil bariyeri diğeri ise bulundukları toplumun bireyleri ile geliştirdikleri sosyal ve duygusal bağlardır. Sonuç olarak biz insanlar hayatımızı kendi bakış penceremize göre kolaylaştırıyor ya da zorlaştırıyoruz. Umarım, dünyanın göçmenleştiği günümüzde, öze dönüşümüzü, benliğimizi, duygularımızı daha derinden hissedebilen nitelikli insanlar oluruz.