Zor günlerde inancın önemi!

Zor günlerde inancın önemi!

Ben Alevilik inancına mensup bir bireyim ve gücüm yettiğince doğru bulduğum inancımı yaşamaya çalışıyorum. Çalışmanın yanı sıra inancıma dair bilgilerimi imkânlarım dahilinde anlatmaya, tanıtmaya gayret ediyorum. Hal böyle olunca beni tanıyan, bilen herkes beni bu kimliğimle biliyor. Bu kimlikle bilindiğim, tanındığım için karşılaştığım ve iletişim içinde olduğum kimselerle sohbetimiz inanç ve toplumumuz üzerine oluyor. Malum

REMZİ KAPTAN 19 Mart 2020 REMZİ KAPTAN

Ben Alevilik inancına mensup bir bireyim ve gücüm yettiğince doğru bulduğum inancımı yaşamaya çalışıyorum. Çalışmanın yanı sıra inancıma dair bilgilerimi imkânlarım dahilinde anlatmaya, tanıtmaya gayret ediyorum.

Hal böyle olunca beni tanıyan, bilen herkes beni bu kimliğimle biliyor. Bu kimlikle bilindiğim, tanındığım için karşılaştığım ve iletişim içinde olduğum kimselerle sohbetimiz inanç ve toplumumuz üzerine oluyor.

Malum virüs salgının en zirvede olduğu bir zamandayız.

Markette tesadüfen karşılaştığım bir kimsenin bana söylemiş olduğu “cemevi neden kapalı, orası da Allah’ın evi değil mi, neden bu Korona salgınına karşı çare olmuyor inandığınız Allah, Ali ”sözleri ve devamında sarf ettiği “bilimin ipine tutunun, bırakın bu boş şeyleri demesi oldukça düşündürücü ve üzücü şeylerdir.

Bilgiye ulaşmanın kolaylaştığı bir zamanda cehalet ve bilgisizlik nasıl bu kadar yayınlaşabiliyor, marifet sayılabiliyor, akıl alır gibi değil.

Oysa benim markette bulunmamın sebebi, birçok cemevinde hizmet eden kimsenin yaptığı gibi bu salgın zamanlarında evinden çıkamayan, imkânı olmayan kimselere alışveriş yapmaktı.

Böylesi durumlarda yardım etmek, destekte bulunmak bir inanç ilkesidir ve inançların özünde zaten bu vardır; paylaşmak, dayanışmak, yardımlaşmak, ihtiyacı olana destek sunmak, düşmüş olanı kaldırmak, zorda olana el uzatmak.

Bana göre inançların özü böyledir -benim inandığım inanç böyle bir inançtır-.

Burada bir tepki var fakat tepki inancı çıkar ve iktidar aracı olarak kullananlara karşı olacağına inancın kendisine oluyor. Cemevlerinin görevi kanser aşısı bulmak değildir.

Cemevlerinin görevi dar ve zor zamanlarda insanlara el uzatmaktır, manevi destek olmaktır, lokma paylaşmaktır. Cemevleri bu salgın zamanında, deprem ve başka felaketlerde bunu güçlerini oranında yapıyorlar.

Fakat bütün bunlar yetmiyor ve bazı kimselerin cemevlerinden beklentisi bir binanın depreme dayanıklı olup olmamasını denetlemek, depremi önceden haber verecek teknoloji geliştirmek, Korona ve benzer salgınlara karşı ilaç geliştirmek, insanlığı her türlü felaketten mucizevi şekilde kurtarmak şeklinde oluyor.

Bu nasıl bir kavrayışsızlıktır böyle. Madem konu açıldı bir kez daha en anlaşılır şekilde bazı şeyleri tekrar edelim.

Dinlerin ve inançların özünde insana varlığının bilincinde olarak yaşaması, varlığının değerini bilmesi, kendisi ve cümle varlıkla barış içerisinde yaşaması gerektiği inanç kuralı olarak öğretilir.

Bana göre dinlerin, inançların temeli böyledir: Hakk’ı bil, hakikatlere göre yaşa. Bu özün dışındaki bilgiler, öğretiler, ritüeller bu esas amaca hizmet ettikçe değer kazanır.

Bunu dışlayan her tür ibadet, ritüel çokça anlam ifade etmez.
Yani biçime dayanan ibadet, başkaları görsün ve bilsin diye yerine getirilen ritüel insanın kendisini kandırmasıdır.

Benim inandığım ve yaşadığım din insanlara her ne şart altında olursa olsun yardım etmeyi, dayanışmayı, paylaşmayı inanç ilkesi olarak kabul eden bir dindir. Komşun açken tok yatamazsın, yatmamalısın diyen dindir.

Yanındaki acı içinde kıvranırken ve senin bu acıyı hafifletme imkânın varken yapmıyorsan, dindar olsan ne olur!

Din toplumsallaşmadır.

Toplumsallığın en iyi ve doğru şekilde yaşaması, toplumsal olarak varlığını en uygun şekilde idame ettirmesidir. İnsanın maddi ve manevi olarak kendi bilincinde olması, parçası olduğu dünyadaki konumuna en uygun şekilde hareket etmesinin yol ve yöntemidir.

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de dine ve inanca yaklaşımda çarpıklık, kavrayışsızlık var.

Dini, toplumları denetim altına alıp kullananlara ve iktidar için dini araçsallaştıranlara karşı tepki yerine, dinin kendisine tepki meydana çıkmıştır.

Bu tepki dini kavramada yetersizliğin göstergesidir. İnsanlığın başına gelen salgın hastalıklarda, depremlerde ve daha başka felaket ve musibetlerde bir takım kimseler -markette karşılaştığım şahıs gibi- hemen ortaya çıkıp neden dinlerin, inançların buna çare olmadığını dile getirirler.

Dinler, inançlar kanser aşısı mı bulmalı, depremi önceden mi haber vermeli, tsunamileri mi engellemeli? Bunların olmaması için önleyici tedbirlerin alınmasına din engel mi?

Elbette ki hayır.

Dinler insana ve insanlığa dayanışmayı, paylaşımı, dostluğu, kötü ve zor günde bir birine destek olmayı öğütlemiyor mu? Hangi din insanları sömürün, ezin, kötü zamanlarda ölüme terk edin diyor ki?

Böyle diyen bir din daha din midir?

Aksine, tüm dinler daima paylaşmayı emreder, dostluğu kutsar, dayanışmayı temel ilke halinde benimser.

Evet, kötü zamanlarda dinler salgın hastalık için aşı geliştirmez fakat bu zamanlarda inananlar yardımlaşmayla, dayanışmayla zararı en az düzeye çeker.

Çok tekrar olacak ancak tekrar belirteyim; Korona salgınına karşı aşı geliştirmek cemevlerinin görevi değildir.

Cemevlerinin görevi bu zamanlarda güçleri oranında ihtiyaç sahiplerine maddi ve manevi olarak destek olmaktır ve bunu da zaten yapıyorlar.