Neden kendimiz olamıyoruz?

Neden kendimiz olamıyoruz?

Neden başkalarıyla kendimizi kıyaslayıp duruyoruz? Neden başkalarına özeniyor, onları taklit etmeye çalışıyoruz? Hangi taklit gerçeğinin yerini tutabilir ki? Belki de bir çok sorunumuzun kaynağı kendimizi olmamamızdır. Oysa her insan kendisi olarak değerlidir, özeldir, biriciktir. Bu noktada birilerine özenmek, onları taklit etmek neden? Elbette gelişmek, iyi anlamda bir şeyi değiştirmek, bilgi ve birikim sahibi olmak gerekiyor.

REMZİ KAPTAN 15 Nisan 2020 REMZİ KAPTAN

Neden başkalarıyla kendimizi kıyaslayıp duruyoruz? Neden başkalarına özeniyor, onları taklit etmeye çalışıyoruz? Hangi taklit gerçeğinin yerini tutabilir ki?

Belki de bir çok sorunumuzun kaynağı kendimizi olmamamızdır. Oysa her insan kendisi olarak değerlidir, özeldir, biriciktir. Bu noktada birilerine özenmek, onları taklit etmek neden? Elbette gelişmek, iyi anlamda bir şeyi değiştirmek, bilgi ve birikim sahibi olmak gerekiyor. Gerekmeyen taklitçiliktir, özentidir, kıyaslamadır. Her insan farklıdır, farklılıklarıyla değerlidir, güzeldir. Kendimizi olduğumuz gibi kabul etmeliyiz.

Burada dikkat edilmesi gereken, kendini olduğun gibi kabul etmek; gelişmemek, değişim ve dönüşüm yaşamamak değildir. Aksine, kişi kendisi olarak, kıyas ve taklit yapmadan kendi özellikleri ve özgünlükleri ile gelişmelidir ve değerli olanda budur.

Kimseye benzemeden, kimseyi taklit etmeden, kendi özelliklerimizi yok sayıp başka birisi olmaya çalışmadan; var olmayı ve yaşamayı bu bağlamda güzel kılmak, anlam vermek. Kendimizi sevmeli, saygı duymalı, değerli olarak görmeliyiz. Bunu yapmadığımızda kimseyi sevemeyiz, kimsede bizi sevmez, değer vermez, saygı duymaz.

Biz özeliz, değerliyiz.

Başkalarında olduğunu sandığımız özelliklerin (üstünlüklerin!) bizlerde olmadığına hayıflanmamak gerekiyor. Bizlerde olan bir çok özellik de başkasında yok, birde bu açıdan bakalım. Kaldı ki çaba ve emekle, azim ve istekle kendimizdeki cevherleri ortaya koyabilir, kimseye benzemeden kendi özelliklerimizle kendimizi kabul ettirebilir, anlamlı bir hayatın sahibi olabiliriz. Bu noktada varlıklarımıza şükrümüz daim olmalı.

Hatta var olmak başlı başına şükür nedenidir. Varsak, yaşıyorsak; o halde bizler elbette dilediğimiz ve bize gerekli olan bir hayatı yaşayabiliriz. Kendimiz kalarak, özümü koruyarak, özümüzdekileri ortaya çıkartarak. Üstümüze uymayan elbise gibi, üstümüze uymayan yapmacık ve taklitçiliğin bizi geliştirmesi mümkün değildir.

Kabul edelim ki bizlerin özünde bize lazım gelen her tür özellik mevcuttur. Meselemiz bunların ortaya çıkarılmasıdır. Taklitçilik ve kıyaslama ile bir yere varamayız. Bu noktada çokça verilen bir örneği tekrar etmekte yarar vardır. Bir balığa ağaca çıkmasını istememiz doğru ve gerçekçi midir?

Bir maymuna denizin dibinde, suyun altında yaşa dememiz doğru mudur? Olmadığına göre, bizler neden başkalarını taklit edelim ki? Etsek bile bunun bize bir faydası yok. Tıpkı balığın ağaca çıkmadığı gibi, maymunun denizin altında yüzüp yaşamadığı gibi.

Elbette bizler insanız, insan ise eşref-i mahluktur, yani var olan canlıların en gelişmişi (şereflisi). İnsan çok şeyler yapabilir, başarabilir, ulaşılmaz denilene ulaşabilir. Bunda şüphe yok. Ancak insan özünde var olan özellikleri güzellikleri meydana çıkartarak bunları yapmalıdır.

Taklit, özenti ve kıyas ile değil. Kendi özelliğinde, özgünlüğünden yola çıkmalıdır. Değerli olan budur. Hakk’ın her insana adeta kodladığı özellikleri ve güzellikleri ortaya çıkartmak. Çekirdek misali. Koca bir ağacın en temel maddesi küçücük bir çekirdektir.

İşte o çekirdek ekildikçe, güneş alıp suya doydukça gelişir, serpilir, yaprak açar ve meyve verir. İnsanda öyledir. İnsanda tıpkı doğadaki diğer varlıklar gibidir (Hakk’ın yaratmış olduğu her şey yerli yerindedir).

Herkes aynı olmak, aynı ölçülerde ve davranış kalıplarında olmak zorunda değildir. Her insan tıpkı doğadaki bin bir çiçek gibi kendi özel rengi ve kokusu ile güzeldir, değerlidir. Eğer doğada her çiçek aynı olsaydı, kokular tek olsaydı, renkler tek olsaydı; yaşam o zaman gerçek manada bir yaşam olur muydu? Bize öğretilen ve dayatılan, bin bir ideoloji, algı ve kalıplarla aslında amaçlanan budur. Hepimizi tekleştirmek istiyorlar.

Oysa farklılıklarımız ile değerliyiz ve en önemlisi farklılığı Allah yaratmıştır. Yani şu sonsuz kainatın düzen vericisine inat insanı tek kalıba koymak kabul edilir bir durum mudur? Madem bu kadar net ve açık, o halde mutsuzluk ve başarısızlık kaynaklarımızda az çok netleşmiştir. Kendimiz olamadığımız için, bize dayatılan rollere bürünmek zorunda kaldığımız için mutsuz, huzursuz ve verimsiz hayatlarımız var. Kendimiz ile, özümüz ile olsak, o zaman barışıklık olur.

Barışıklık da bize tatminkarlık ve güven olarak yansır. Kendimiz olmalıyız. Bunun içinde kendimize inanmalıyız, güvenmeliyiz. Başkaları çok iyi bir konumda olabilir –ki neye göre bu konum iyi, ayrıca tartışılır, ama varsayalım iyi bir konumda olsunlar- bundan bize ne?

Biz kimseye benzemek zorunda değiliz ki. Biz farklıyız, ayrıyız ve bu bizim aşağı ve kötü konumda olduğumuz anlamına gelmez. Biz kimseye özenmeden, bize dayatılan ve yegane doğruymuş gibi sunulan kalıplara uymadan da başarılı, huzurlu, anlam dolu bir hayatın sahibi olabiliriz. Hatta bu kalıpları kırdığımız oranda, kendimiz olduğumuz kadar mutlu oluruz, doğru ve iyi yaşamış oluruz.

O halde kendimiz olmak, bize dayatılan ve özendirilen hayatlar yerine kendi hayatımızı yaşamaya çalışmak en doğrusudur. Hakk’tan da bunu dilemek gerekiyor. Ya Hakk;

Beni, bin bir çıkar çarkının içinde debelenenlerden değil, kendisi olarak yaşayanlardan eyle. Beni yokluğa yerinen, varlığa sevinenlerden değil, Hakk’ı bilen, hakikatlere tutkulu olanlardan eyle. Yüreğimi ferah eyle, hanemi aydınlık eyle, cümle varlıkla barışık kıl. Darına durdum, divanındayım; beni kendin bilenlerden, kendini bilerek yaşayanlardan eyle.