Dönen dönsün ben dönmem yolumdan

1515 yılının sonbaharıydı. Çaldıran savaşı biteli aylar olmuş ama daha açılan yaralar halen tazeydi. Savaşın getirmiş olduğu yenilgili ruh hali geride kalanlarda bıkkınlık, yorgunluk ve inanca dair şüpheler ortaya çıkarmıştı. Öyle bir dönemdi ki, yolundan dönenlerin haddi hesabı yoktu. Zaferin sahibi çok olurdu, yenilginin ise kimsesi olmazdı. Şimdi de öyle olmuştu. Çaldıranda mertçe dövüşüp yenilenlerin

REMZİ KAPTAN 25 Mayıs 2023 REMZİ KAPTAN

1515 yılının sonbaharıydı.

Çaldıran savaşı biteli aylar olmuş ama daha açılan yaralar halen tazeydi.

Savaşın getirmiş olduğu yenilgili ruh hali geride kalanlarda bıkkınlık, yorgunluk ve inanca dair şüpheler ortaya çıkarmıştı.

Öyle bir dönemdi ki, yolundan dönenlerin haddi hesabı yoktu.

Zaferin sahibi çok olurdu, yenilginin ise kimsesi olmazdı.

Şimdi de öyle olmuştu.

Çaldıranda mertçe dövüşüp yenilenlerin sahibi yoktu.

Hilekar ve namert olup savaşı kazananların taraftarları çoğalmıştı.

Tarihin her döneminde olan şimdide oluyordu.

Kazananlar yiğit ve mert diye anılır, devir olanların devri olurdu.

Kaybedenleri ise bir çok dostları dahi terk ederdi.

Tüm bunların bilincinde olan, yüreğinde Hakk aşkı, hakikatin ışığını taşıyan Pir Sultan Abdal ise asla yolundan dönmeyenlerdendi.

Ölüm, yenilgi, sefalet, zindan ve işkence Pir Sultan Abdal’ın inancı ve direnci karşısında bir şey ifade etmiyordu.

Cümle canlar terk etse, yer gök yer değiştirse dahi Pir Sultan’ın inancı sarsılmazdı.
Bu 1515 yılının sonbaharında, ihanetin ve kaypaklığın çoğaldığı, mertlik ve adamlığın mumla aranır olduğu ve bir çok canların Hakk inancına ve hakikatlere sırtını döndüğü bu zamanda, Pir Sultan Abdal, Banaz yaylasına çıkıp sonbaharın soğuğuna inat Hakk aşkı ile dolu yüreğinin sıcaklığıyla cümle varlığa haykırıyordu: “Dönen dönsün, ben dönmezem yolumdan.

Yolumdan dönüp de mahrum mu olayım, dönen dönsün ben dönmezem yolumdan.”
Aradan 500 koca yıl geçmiş, yıl olmuş 2015 ama yolundan dönenler, çıkara ve menfaate değerlerini satanlar, namertlik ve hilebazlık ile iktidar sahibi olanlara uyanların sayısında azalma olmuyordu.

Sünnileşen, Şiileşen, bir şey bilmediği ve anlamadığı halde, içeriğine ve taşıdığı manaya vakıf olmadığı halde sırf moda olduğu için ateist ve Budist olanlara inat Pir Sultan Abdal gibi yüreklerinde Hakk aşkını yaşayan Sinan gibi canlarda vardı.

Aslen Erzincanlı olan Sinan ömrünün baharında 23 yaşında bir delikanlı.

Liseden sonra okula gitme imkanı olmadığı için bir tekstil atölyesinde çalışıyor, ailesine maddi destek sağlıyordu.

Sinan, küçüklüğünden beri mahallerinde olan cemevine gidiyor, 12 hizmetlerde görev yapıyordu.
Kendisinin bile bazen anlam vermekte zorlandığı bir şekilde yüreği Hakk aşkı ile doluydu.

Öyle bir aşk hali ki, Hz. Ali’nin veya diğer Alevi ulularının adı geçtiğinde yüreğinde bir ılıklık, yüzünde bir tebessüm oluşurdu.

Yüreği böylesi bir aşk ile dolu olan Sinan’ın çevresinde olan akraba ve arkadaşlarının yola duyarsızlıkları, ilgisizlikleri ve her fırsatta Aleviliği eleştirmeleri ve bununla beraber Sünnileşmeleri, Şiileşmeleri, ateist yapılanmalara meyil etmeleri, Sinan’ı öfkelendiriyordu.

Aynı iş yerinde birlikte çalıştığı, kendisi gibi Erzincanlı olan hemşehrisi Kenan’ın Şii camisine gitmesi ve ardından durmadan onları övmesi Sinan’ı iyice öfkelendirmiş ve hiç istemediği halde ona sert bir şekilde tepki vermesine neden olmuştu.

Alevilerin ibadetlerinin ne kadar yanlış olduğunu anlatan ve Kur’an ile hadislerden örneklerle süslediği bir nutuk çekti Sinan’a, Kenan.

Ardından konuşmasını: “cemevinde ki resimler, yani Hz. Ali’nin ve 12 imamların ve hatta Hacı Bektaş Veli ile Pir Sultan Abdal’ın resimleri gerçek değil ki, bunlar niye cemevinde var” diye sormuştu Kenan ve ardından “bunların olması günah” diye eklemeyi de unutmayarak noktaladı konuşmasını.
Öyle bir kaç defa Şii camisine gitmekle sanki Iranın Kum şehrinde 30 yıl eğitim almış bir Molla havasında diyordu bu sözleri Kenan.
“O resimlerin temsili resimler olduğunu sende benim kadar iyi biliyorsun Kenan” diye cevapladı Sinan.

“Biz o resimlere karşı eğilip ibadet etmiyoruz, o resimlere tapmıyoruz, onlar bizlerin sembolüdürler, temsili resimlerdir.

Günah meselesine gelince; hak yemek, insanı sömürmek, ayrımcılık yapmak, doğayı kirletmek, ırkçılık yapmak, kadını din adına baskı altına almak günah olmuyor, ama ne hikmetse kimseye bir zararı olmayan temsili resimler günah oluyor.

Bu nasıl anlayıştır böyle?
Bu nasıl bir çarpıklıktır böyle?

Tamam anladık, siz her şeyin en iyisini biliyorsunuz, siz dini en iyi şekilde yaşıyorsunuz, siz insanlığa hizmette bir numarasınız, siz ağasınız, siz paşasınız, siz alimsiniz, siz bilgesiniz, tamam anladık bunu.
Bu alimliğiniz ve paşalığınız ne hikmetse bir tek Alevilere söküyor.

Durmadan Alevilerin ibadetlerini, itikatlarını, değer ve doğrularını yargılıyorsunuz.
Sizin Sünnilerden ne farkınız var?

Bir kaç milyon kalmış, kendisini ifade araçlarından yoksun gariban Aleviyi Şiileştirdiğinizde, ne değişecek?

Bu mudur Ehlibeyte bağlı olmak, doğru yolu sürmek?
Alevileri yargılamak, karalamak ve aşağılamak mıdır?

Alevilerin ibadetlerinin yanlış olduğu yargısını kim size verdi?
Siz ne hakla bizlerin ibadetinin yanlış olduğunu iddia ediyorsunuz ki?

Çoğunluk olmak, güç ve olanaklara sahip olmak ve böylece kendi doğrularını iyi bir şekilde anlatmak, yaymak sizin doğru olduğunuz anlamına gelmiyor.

Eğer çoğunluk doğru diyorsanız o zaman Sünniler daha çok, onlar doğru.
Hristiyanlar Sünnilerden daha çok, o zaman onlar daha doğru.

Bu mudur yani?
Bununla mı inancı değerlendireceğiz?
Yani güç, olanak ve çoğunluk kriterlerine göre mi hangi ibadetin doğru olup olmadığını değerlendireceğiz?

Ve güçlü olanı, çoğunluk olanı, iktidar olanı hakikat bileceğiz ama zayıf olanı, olanağı olmayanı ise batıl, öyle mi?”

Konuşmasının burasında durdu Sinan.
Kenan’a baktı, bir şeyler söyleyecekti Kenan, vazgeçti.

Sinan konuşmasına devam etti: “Kenan, güzel kardeşim, nedir biz Alevilerin hali böyle ya?
Kimimiz Şii oluyoruz, Sünni oluyoruz, örgütlere katılıyoruz, dini ve inancı sanki çözdük, aştık da ateist oluyoruz.

Oluyoruz da oluyoruz.
Ama bir türlü Alevi olmuyoruz be kardeşim.
Hatta başka yollara gidince, ilk işimiz gelip geride kalan bir avuç Aleviyi, yani akrabamızı, ailemizi, yakın arkadaşlarımızı Aleviliklerinden dolayı eleştirmek, yargılamak ve Aleviliğin ne kadar yanlış olduğunu onlara kanıtlamaya çalışmak oluyor.

Sen ve Cemal kaç zamandır Şii camisine gidiyorsunuz ve gelip bize asıl Ali yolunu sürenlerin Şiiler olduğunu, bizlerin yanlış yolda olduğunun propagandasını yapıyorsunuz.
Mehmet, Adem ve İlyas Fethullahçılara kapılmışlar, neredeyse hocalarını Mehdi yapacaklar başımıza.
Onlarda durmadan bizlerin ibadetinin ne kadar saçma olduğunu söylüyorlar, saz ile ibadet mi olur diyorlar.

Ayfer ve Sevda örgüte katılmışlar, ellerinde dergiler ev ev dolaşıyorlar ve tüm insanlığı kurtaracaklarını söylüyorlar.

Kurtarsınlar insanlığı da onlar da durmadan Alevilere gidiyorlar, devletin bizi ezdiğini ve çarenin devrimde olduğunu söyleyip cemlerde Araplar arası iktidar mücadelesi vermiş olanlara ağladığımız, onların tarihte kaldığını, çağımızın bilim ve devrim çağı olduğunu, ibadete gerek olmadığını söylüyorlar.
Biz geri zekalı ve ahmak bir topluluğuz ya, hiç bir şey bilmiyoruz ya, sağolsun Ayfer ve Sevda bizleri aydınlattı.

En son onlara dedim ki: ‘siz tüm insanları kurtaracaksınız ama içinizde bir tane Sünni yok, neden acaba?
Oysa içinizde Alevilerden çok Sünnilerin olması gerekiyor, çünkü nüfus ağırlığı onlarda, bu iş tuhaf değil mi?’

Sen, ben, Ayfer, Sevda, Adem, Mehmet ve diğerleri.
Bizler birlikte büyüdük, aynı mahallenin insanlarıyız.
Hepimizin ailesi Alevi.

Ekonomik şartlarımız, kültürümüz, değerlerimiz bir.
Buna rağmen içimizde kaçımız Alevi kaldık?
Neden Kenan, neden?
Neden güzel kardeşim?

Neden biz böyle yolumuza ihanet ediyoruz, bizi biz eden değerlere sırt çeviriyoruz.
Bu da yetmiyor, bir de geri dönüyoruz ve aşağılıyoruz.

Olabilir, başka bir yol tercih edilir, saygı duyarım.

Ama neden Aleviler başka yollara sapınca ilk işleri geriye dönüp Aleviliği kötülemek ve Alevileri aşağılamak oluyor?

Hayır Kenan, daha buna izin yok.
Senin dinin sana, benim ki bana.

Ben asla ama asla yolumdan dönmeyeceğim.
Tek kalsam, yalnız ve çaresiz olsam, parasız ve kimsesiz kalsam dahi Hakk inancı ve hakikatin yolu olan Alevilikten dönmeyeceğim.

Dönen dönsün, bende Pir Sultan Abdal gibi dönmeyenlerden olacağım.

Ser vereceğim, ama asla yoluma ihanet etmeyeceğim, değerlerime ve bu mazlum ve mahzun topluma sırtımı dönmeyeceğim” diyerek noktaladı sözlerini Sinan.
1515 yılından 2015 yılına; biçimde çok şey değişmiş ama öz olarak değişen hiç bir şey yoktu.

Hınzır paşalar ve yolundan dönenler varsa, Pir Sultanlarda elbette olacaktır.