REMZİ KAPTAN
04 Ocak 2024
REMZİ KAPTAN
Kulağa hoş gelen söylemlere ve güncel kaygılara hitap eden inançların uzun vadede geçerliliği yoktur. Olmadığı içinde tarihsel süreç içerisinde nice inançlar yok olmuş ve daha niceleri de yok olacaklardır. Alevilik inancı bunca yokluk, zorluk, baskı altında bu güne kadar varlığını sürdürdü. Belki insanlığın genelinde istenilen düzeyde bir bilinirlik, hayatın içinde bir sahiplenmeye sahip değildir. Fakat her zorluğa karşın varlığını sürdürdü ve etki alanı azalmış olsa dahi var olmaya da devam edecektir.
İşte bu varoluşu sağlayan, her zorluk ve çıkmazda kendisini bir şekilde yaşatmış olan bu topluluk varlığını bütünlüklü teolojisine, hayatın içinde karşılığı olan ritüellerine, toplumsal yaşama kattığı değerlerine borçludur.
Aleviliğin teolojik alt yapısı, bütünlüğü sağlamdır. İnsanın varoluşsal sorularına cevapları vardır, yaşamsal sorunlarına çözüm önerileri gelişkindir.
Ritüellerinin, ibadetinin, kural ve kaidelerinin insan ve toplum hayatında karşılığı vardır.
İşte her zorluk ve olumsuzluğa karşın halen varlığımızı sürdürüyorsak bütün bu önemli ve esas niteliklerden dolayıdır.
Bu noktada günümüz de insanlığın ulaştığı bilinç düzeyi ve inançlara dair sorgulamaların yargılamaya dönüştüğü zamanda Aleviler özelinde inancın temeli, varoluşu açıklayan ve anlamlandıran Ehlibeyt olgusuna biraz eğilmek gerekiyor. Ehlibeyte bağlı olmak bizler için bir inanç ilkesidir. Yani bizler sıradan bir taraftarlık şeklinde Ehlibeyt yanlısı değiliz.
İnançsal olarak temel olduğu için Ehlibeyte bağlıyız. Nedir bu inançsal bağ ve bizler için neden önemlidir? Bilebildiğimiz kadarıyla ucu bucağı olmayan sonsuz bir kainatta yaşıyoruz.
Bu kainat yüz milyarlarca galaksi ve her galakside bulunan yüz milyarlarca yıldızdan, gezegenden oluşuyor.
Bilim insanları bu evrenin büyüklüğünü anlaşılır şekilde anlatmak için şöyle bir örnek veriyorlar: dünyada bulunan bütün kum tanelerinden daha fazla yıldız ve gezegenler var.
İşte bu sonsuzluk içerisinde dünyamız bir kum tanesi kadar yer kaplıyor.
Bizlerde bu kum tanesi dünyada sınırlı zamanda yaşayan ölümlü varlıklarız.
Sonsuz bir kainat, sonsuz kainat ölçeğinde kum tanesi bir dünya ve bu dünyada sınırlı bir zamanda milyarlarca insandan biri olarak yaşayan ölümlü bir varlık.
İşte Ehlibeyt bu sonsuzluk ve çokluk içerisinde insanın varoluşunun gayesinin en anlaşılır halde dile gelmesidir.
İnsanın bu dünyada yaşaması öylesine, tesadüfü değildir.
Yukarıda izah edilen bu sonsuz kainat daha var olmadan yani erenlerin deyimiyle arşın kürşün binası çatılmadan (modern bir kavramla söylersek daha büyük patlama/Big Bang olmadan) insan can (ruh) olarak vardı.
Bütün bu kâinatın var olması (veya yaratılması) can olarak var olan insanın beden sahibi olması, yokluk aleminden varlık meydanına çıkması ve varlık aleminde de kendi gerçeğini bilerek, olgunlaşarak, kemalet sahibi olarak geldiği kaynağa geri dönmesi içindir.
İşte daha kün emri (Big Bang olmadan) gelmeden, daha hiç bir şey yokken, sıfır noktasının da gerisinde bir nur vardı.
İki yönlü olan bu nur Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin batın nuruydu.
Kainat o nurun yansımasıdır, o nur ile var edildi, o nur ilk nüve oldu, o nur ilk çekirdektir ve zahiri olan her şey o sebeple (veya ondan) meydana gelmiştir.
Zaten kutsal kitapta demiyor mu; Ehlibeyt her tür kirden uzaktır diye.
Hakk’ın nuru olan Ehlibeyt her tür kirden uzaktır ve bizler o nur ile nurlanmayı istediğimiz için Ehlibeyte bağlıyız.
Ehlibeyte bağlılığımız bilginin yani sıra sezgi ve hissediş ile o nur ile bir olmaktır.
Elbette bu, bu günden yarına olmadığı için aşama aşama gidildiği için Dört Kapı Kırk Makam ile formüle edilmiştir.
İbadet, dua, deyiş, tefekkür, yoğunlaşma, bilme hepsi bu nura gark olmanın, bu nur ile bir olmanın istemidir.
Pozitif bilim ile dolu olan beyinlerin, yaşamı sadece maddi boyutuyla yaşayan yüreklerin bu yazılanlara (veya bu inanç gerçeğine) dudak bükmeleri anlaşılır bir durumdur.
Diğer yandan yüreklerinde Ehlibeyte dair bir adın, sözün geçmesi ile kendinden geçenler ve haliyle o aşkı yaşayanlar ne denilmek istendiğini gayet iyi bilirler.
Zaman değişse, kullanılan kavramlar gelişse, yaşanılan mekanlar dünya dışına çıkıp uzayın bilinmedik gezegenleri arasında yolculuk edilse bile batın manada bu nur daimdir ve mutlak herkeste olmasa da bazı yüreklerde yerini bulmaya devam edecektir.
Ne mutlu onlara ki bilgi, sezgi, hissediş veya başka bir şekilde de olsa bu nur ile bir olmayı isteyip o nurun yüreklerine girmesine izin verenlere.