Havuz ve Medeniyet

Havuz ve Medeniyet

Bir seferinde bir arkadaşım "zenginliğin ve statünün sembolü havuz ve tenis kortudur" demişti. Bu nedenle lüks sitelerin önünde mutlaka havuz olmalıymış… Hatta arkadaşım biraz daha ileri gitti ve “havuz medeniyet demektir” deyiverdi… Bir çukur kaz, içine su doldur, sonra içinde “çim”… Eskiler böyle derdi, “çimmek”. Medeniyet bu mu?

SEDAT LAÇİNER 03 Ağustos 2024 SEDAT LAÇİNER

‘Şehir içinde havuz fikri’, oldum olası beni rahatsız etmiştir, hele hele büyük sitelerin küçük havuzları… Hijyenik bulmam o havuzları. Allah’tan sitenin mühim bir kısmı bu havuzlara girmez, onlar için havuz, sadece statü göstergesidir ve görevleri semboliktir. Ama yine de o küçük su kütlesi için hala çok sayılabilecek bir grup insan, doldurur havuzları, özellikle de çocuklar…

“Havuzları hijyenik bulmam”, demiştim. Havuz işletmecileri de öyle bulmuyor olmalı ki temizliği sağlayabilmek için yoğun bir şekilde havuz kimyasalları, özellikle de klor basarlar o küçücük ve durgun su kütlesine. Havuzun kendine has kokusudur klor…

Klorun insan sağlığına etkisi üzerine küçük bir araştırma yaptım, bir sayfa dolusu zararlı etki buldum… Üstelik klor, bunca zararına rağmen havuz suyunu da yeterince temizlemiyormuş… Klor, mikroorganizmaları çok hızlı öldüremez, bulaşıcı hastalıkların önünü tamamen kesemez, diyor uzmanlar. Hatta klor, vücudumuzdaki bakteri florasını bozan bir dezenfektanmış. Teknik uzmanlara göre yüzme havuzlarıyla ilişkilendirilen güçlü koku ise klordan ziyade kokusuz klorun saç, ölü deri ve idrar gibi sudaki organik bileşiklerle reaksiyona girmesinin yan ürünüymüş. Yani her seferinde güvenle içimize çektiğimiz kesif havuz kokusu, sandığınız gibi “temizlik kokusu” değilmiş…

2) Havuzlar mikrop kaynağı; yazın kadınlarda idrar yolu enfeksiyonu ve mantar sık görülüyor. Ayrıca insanlar genelde havuza duş almadan girdiği için vücutlarındaki kıllar, ter ve mikrop doğrudan havuzda… İşten gelip, “çok terledim bir rahatlayayım” diyerek havuzun serin sularına atlayan komşu, havuza sadece iş stresini değil, terlerini, ölü hücrelerini, kıllarını, hatta üzerinde kalmış diğer necis parçaları da bırakır. Çocuklar ise başka bir virüs kaynağı. Eğer havuzda yüzen çocuklar, çok küçük yaşlardaysa yandınız; bazı komşular çişini, hatta kakasını tutamayan çocuklarını bile sokarlar havuza… Geçenlerde bir arkadaşım sitelerinin havuzunda gördüğü manzarayı anlatmıştı, ben sizinle paylaşmayayım, mideniz kalkmasın…

***

Kimden duydum bilemiyorum, birileri bir zamanlar “herkes havuza işer” demişti… Bu, herkesin bildiği ve yapmaya devam ettiği bir sırmış… 5 yıldızlı “lüks” otellerde havuz çevresinde “lütfen havuza işemeyiniz” uyarısını çok görmüşümdür. İğne atsan suya düşmeyecek bu havuzlarda, o insanların bu uyarıyı dikkate aldığını ise pek görmedim. Havuza herkesin işediğini bile bile, hatta belki de kendisi de aynısını yaparak yüzmek, o suyu yutmak… İzahı güç bir alışkanlık…

Geçenlerde Wall Street Journal’da bir haber okudum, diyordu ki “Olimpiyat Oyunları’nın en kirli sırlarından biri şu: Herkes havuza işiyor”. (Laine Higgins, “The Dirty Secret of Olympic Swimming: Everyone Pees in the Pool”, WSJ, 27.7.2024). Gazete, ABD Milli Yüzme Takımı için üç kez Olimpiyatlara katılan ünlü yüzücü Lilly King ile görüşmüş; King diyor ki “Muhtemelen yüzdüğüm her havuza işemişimdir. İşler böyle yürüyor”.

Olimpiyatların dört yıllık kan, ter ve gözyaşının doruk noktası olduğunu düşünüyorsanız, yüzme söz konusu olduğunda buna bir de “çişi” eklemeniz gerekiyor.

) Tokyo Olimpiyatları’nda ABD adına yarışan Zach Harting de aynı şeyleri söylüyor ve daha ilk yarışlarında dar, tulum benzeri dar mayosuna işediğini ve sonra da bu işin böyle gittiğini itiraf ediyor. Ulusal yüzücü Harting, “Benim için dünya, o ilk olaydan sonra değişti. Ondan sonra her havuza gittiğimde, sadece işediğimde kendimi onun içinde yüzmüş saydım” diyor… İdrarında yüzmek ve sadece o idrar varsa yüzdüğünü varsaymak… ve bilmek diğer yüzücülerin de aynı havuza idrarlarını yaptığını…

Bizim medeniyetimizde durgun suyuna işenmez; ayıptır, hatta neredeyse günahtır… Bu nedenle olsa gerek, bu tür haberlere hala şaşırıyorum… Ben şoke olsam da spor uzmanlarına göre bunda bir gariplik yok; çünkü önemli yarışmalarda, yüzücüler son ana kadar bol miktarda sıvı tüketirler ve yarış öncesinde, hatta yarış esnasında “doğanın onları çağırması”, yani bevletmek pek doğaldır… Ancak bu sporcular için vücutlarını mümkün olan en hidrodinamik şekle sıkıştırmak için tasarlanmış ultra dar mayoları bir koşu tuvalete gidip rahatlamaya engeldir… O dar mayoyu çıkarmak ve yeniden giymek belki 20 dakikayı, belki fazlasını alır… Tuvalete git gel ve aynı konsantrasyonu yakala, kolay değildir…

Pek çok yüzücü bu nedenle havuza, hatta o dar mayonun içine işer… Bu öylesine mühim bir sorunmuş ki Speedo gibi meşhur spor firmaları, hatta NASA bile bu sorunu çözmeye çalışmış. Günümüz mayolarında içeride biriken sıvıyı dışarı atan kanalcıklar bile varmış. Ne icat ama…

Paris Olimpiyatlarında yaklaşık 1.000 yüzücü dokuz gün boyunca yarışıyor, dolayısıyla uzmanların suyu olabildiğince temiz tutabilmek için pH ve klor seviyelerini sürekli olarak ayarlaması gerekiyor. Ancak bir havuz asla uzun süre idrarsız kalamıyor. Çünkü her sporcu havuza işiyor… Bu yüzden yüzücüler, su altı tuvalet molaları için söylenmemiş bazı “nezaket kuralları”na uyuyorlar, “yakında biri varken havuza işememek” gibi…

Higgins’in makalesini okuyunca yüzme hakkında ne az şey bildiğimi farkettim… Örneğin en yetenekli yüzücülerin yüzerken işemeyi de bilmesi gerekirmiş. Olimpiyat madalyalı Lilly King, bunlardan biri, “Yüzerken gerçekten işeyebiliyorum, bu, bir tür yetenek, bu kesinlikle bir beceri” diyor… Böyle bir beceri hiç aklıma gelmezdi. Bir insan müthiş bir uğraş ve stres gerektiren bir yarışın tam ortasında daracık bir mayonun içine nasıl rahatlar, hala aklım almıyor…

Ne yalan söyleyeyim, Higgins’in röportajlarını okudukça midem kalktı… Meğer yüzücülere göre yüzme müsabakalarında doğaçlama bir tuvalete dönüşen tek yer havuz da değilmiş; yüzücüler, yarışlarından 15 dakika önce gittikleri hazırlanma odasında da ihtiyaçlarını mayolarına salıverirlermiş. Nezaketli yüzücüler bunu bir havlu yardımıyla yapar, etrafı fazlaca kirletmezlermiş. Ama daha rahat yüzücüler, üstlerinden idrar aka aka oturur, çağrıldıklarında da havuzun yolunu tutarlarmış…

***

Suyu görünce insanın çişi gelir, bunda bir gariplik yok, ama “herkes havuza işer” sözünde bir tuhaflık yok mu? Önce işe, sonra yüz, o kiri örtmek için de kimyasallar kullan… Ne demişti arkadaşım, “havuz zenginlik ve statü sembolüdür, hatta medeniyettir”. Medeniyet sembolü buysa o medeniyetten ne beklemeli…

SADECE HAVUZLARA MI?

Yazılarımı ve videolarımı düzenli olarak takip edenler bu yazımı garipseyebilirler, neden bunları anlattığımı anlamakta zorlanabilirler. Maksadım havuzları veya havuzlu siteleri eleştirmek değil. Benim eleştirim, medeniyetin zirvesine vardığını sanıp insanlık tarihinin kendinden öncesini geri sanan “modern insan”a…

PARİS OLİMPİYATLARI VE GERÇEK YÜZÜMÜZ

Biliyorsunuz olimpiyatlar Fransa’nın başkenti Paris’te yapılıyor… Paris, aşkın, estetiğin ve uygarlığın sembolü olmuş bir şehir… Ne var ki “aşk sembolü” diye gözümüzün içine sokulan çelik yığını Eyfel Kulesi, beni hiçbir zaman aşk ve sevgi pıtırcığına döndüremedi. Paris, bende hiçbir zaman sevgi çağrışımı yapmadı…

Paris’i ilk gördüğümde biraz da hayal kırıklığına uğramıştım; Londra gibi bu kent de aşırı kullanılmaktan yıpranmış, makyajı akmış yorgun ve yaşlanmıştı… En çok dikkatimi çeken özelliklerinden biri de sokaklarının kirli oluşuydu. Çöpler ve her yere yayılmış çıkmaz lekeler… Paris’in müdavimi bir arkadaşım “sen bir de daha öncesini görecektin” diyerek gördüğüm Paris’in “en temiz Paris” olduğuna işaret etti.

Paris, içinde nehir geçen kentlerden. Seine Nehri, kenti bir yılan gibi dolanarak geçiyor. Düzenli akan güzel bir su yolu aslında, ama Fransızlar havuzda ihtiyaç gideren yüzücüler gibi düzenli olarak “nehre rahatlamayı” adet edinmişler. Nehir öylesine kirli ki içinde yüzülemiyor. Ancak Fransa, olimpiyatların bir parçası olarak bazı yarışmaları ve antremanları bu nehre koydu. Paris Belediyesi, nehri temizlemek için 1,5 milyar doları aşan muazzam miktarda bir para harcadı… Olimpiyatlardan hemen önce Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo, kir ve zehir akan nehri temizleme başarısının bir işareti olarak Seine Nehri’nde yüzdü. Hidalgo tipik bir siyasetçi, “bakın ben yüzüyorum, siz de yüzebiliyorsunuz” demek istiyor. Paris Belediye Başkanını kirliliği ile meşhur Seine nehri sularında poz verirken görünce aklıma Çernobil Nükleer Santralinde meydana gelen radyoaktif sızıntının ardından halka güven vermek için kameralar karşısında çay içen Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral geldi. Bakan Aral, “çayda radyasyon yok, ben içiyorum siz de için” demiş bir de kendini fetva makamı sanıp “Türkiye’de radyasyon var diyen dinsizdir” buyurmuştu… Allah’tan Paris Belediye Başkanı öyle bir şey dememiş. Ancak Parisli belediye başkanının foyası da kısa sürede ortaya çıktı, Seine Nehrinde yapılan yeni ölçümler nehrin, içinde yüzülemeyecek kadar kirli olduğunu ortaya çıkardı: Yapılan testler “e. coli” ve diğer potansiyel olarak zararlı bakterilerin seviyelerinin arttığını gösterdi. Böylece nehirde yapılması gereken triatlon gibi bazı müsabakalar mecburen iptal edildi.

Fransızlar kirlilik için yağmuru suçluyorlar: “kontrolümüz dışındaki meteorolojik olaylar”. Trajikomik bir açıklama… Fransızların tam açıklaması şöyle: Paris, diğer birçok büyük, eski şehir gibi, birleşik bir kanalizasyon sistemine sahip, yani atık suyu ve yağmur suyu aynı boruları kullanıyor. Yağmur yağdığında, bu borular ister istemez tıkanıyor ve arıtılmamış atık su nehre akmasına neden oluyor. İnsan ve hayvan dışkısı/atığı nehre karışıyor. Atık su, normalde hem insan hem de hayvan bağırsaklarında yaşayan E.coli de dahil olmak üzere virüs ve bakterileri yayabiliyor.

Açıklama böyle… Bizim bildiğimiz yağmur, temizler, kirletmez. Eğer Paris ve çevresine yağan yağmurla Seine nehri kirleniyorsa bunun tek açıklaması medeniyet sembolü şehrin makyajlarının nehre akmasıdır. Kir içinde yaşayan medeniyet, her yağmurda içinden geçen nehri kirletiyor. Oysa ki olimpiyat açılış töreninde Fransızlar ne kadar da öz güvenliydi, dünyanın geri kalanından farklı olduklarını göstermek için ne tuhaflıklar sergilemişlerdi…

***

Uzmanlara göre New York da böyleymiş. Koca şehir çevresindeki tüm su yollarını ve elbette denizi de kirletmekteymiş. Hudson Nehri’ndeki yüksek bakteri seviyeleri nedeniyle birçok yarışma ve faaliyet geçmişte iptal edilmiş.

Kitaplardan, filmlerden bolca adını duyduğum Thames Nehri’ni ilk görüşümde şoke olmuştum; Londra’nın içinde kıvrıla kıvrıla giden, her daim çamur renkli kocaman bir dere… Doktora yıllarımda neredeyse her sabah selamlaştığım, içini bile göstermeyen Thames’in sadece çamur olmadığını, içinde türlü çeşit zehir olduğunu öğrendiğimde artık şaşırmıyordum. Yanımızda akan simsiyah derenin kıyılarında dünyanın en eski parlamentosu, saygın enstitüleri ve medeniyet sembolleri yükseliyordu…

BBC’ye göre Birleşik Krallık’ın nehirleri de “lağım kirliliğiyle” doluymuş. 2023’te “İngiltere’nin nehirlerine ve denizlerine dökülen” ham lağım miktarı iki katına çıkmış… “Ham lağım”… Demek ki üzerinde Majesteleri Kral’ın ördeklerinin ve kuğularının süzüldüğü o güzelim su yollarının altından ne pislikler geçmekteymiş…

Aslını sorarsanız nehirlerdeki idrar ve dışkı kalıntıları kirliliğin belki de en masum kısmı; asıl kirlilik sanayi atıklarından, kimyasal atıklardan kaynaklanıyor. Modern şehirler, kiri pası yok etmek veya dönüştürmekten ziyade adeta halının altına süpürüyor, gözlerden uzak tutmaya çalışıyor. Havuza işeyen sporcu veya komşu gibi kentler de nehirlerine, göllerine, denizlerine atıklarını atıyorlar… Fransa’da, ABD’de ve İngiltere’de durum böyle. Asya ve Afrika’nın az gelişmiş ülkelerine girmeyi ise hiç düşünmüyorum, daha fazla midem kalksın istemem…

***

Başa dönecek olursak; arkadaşımdan farklı olarak, havuz ve tenis kortlarının medeniyet sembolü olduklarını zaten hiç düşünmüyordum, bu okuduklarımdan sonra tam tersini düşünmeye bile başladım…