Algılarımız

Algılarımız

Kimsenin iç dünyasını kendimize göre yorumlama lüksümüz olamaz, velev ki önyargılarımız, tespitlerimiz doğru olsun.

SEDAT İLHAN 27 Şubat 2024 SEDAT LAÇİNER

Yaşadığımız, gördüğümüz herhangi bir hadiseyi nasıl algıladığımızı ve bu algımızın davranışlarımıza ne zaman, nasıl yansıdığını bazen olur ki kendimiz bile bilemeyebiliriz. İstisnaları daima vardır, kabul edilmeli. Kimsenin iç dünyasını kendimize göre yorumlama lüksümüz olamaz, velev ki önyargılarımız, tespitlerimiz doğru olsun.

Diğer bir ifade ile, istenmeyen bir olay başımıza geldiğinde dışarıda sorumlu aramak anlamsız. Kendi ışığımızı karartma konusunda biz bize yeteriz. Veya başkalarından bize ışık olmalarını beklemek karşılıksız kalmaya mahkumdur, her zaman. Dostlar bizde olanı bize yansıtabilirler ancak…

Hırsızlığın ne kadar kötü olduğunu anlatıp duran bir insanı düşünelim mesela. Bir süre sonra hırsızlığın binbir farklı tonlarından birisinde bulabiliriz onu. İlgili olduğu için midir söylemleri, kötü olduğuna mı inanmaz tüm hücreleriyle, duygularıyla, mazeretlerine mi yenilir yoksa, haksızlığı haksızlıkla yenmek midir muradı, doğruluğa layık olmadığını mı düşünür toplumun… bilinmez.

Veya bilim diyorsa her cümlesinde, hayır hasenattan, iyilikten bahsediyorsa… niyeti ne ola ki? Ya Ben? Sürekli insan der dururum, nereye ki yolum? Bilinmez. Cümlelerimizin hareketlerimize nasıl yansıdığına, halimizin hangi şartlara rağmen stabil kalabildiğine bakmalı.

Mesela, 30 yıllık gurbetçi bir trafik cezası yediğinde strese girer, duygu boşalması yaşar, kendisini dışlanmış hisseder. Bu yaşanmışlığın nedenlerini sonuçta aramak bizi yanıltabilir, doğru olamaz. Birşeylerin birikimi sözkonusu, mutlaka. Veya isyanlarına bir sebep arama, bulma…

Bir aile danışmanının ifadeleri… Kocasından dayak yiyen bir kadının tekrar evlilik tercihlerinde kötüyü çekebileceğini söyler. Velev ki, iyi birisiyle hayatına devam etmeye karar verdi, mutlu olabilir mi, diye de sorar.

Algılarını, değerlerini, yaşanmışlıklarını, çözümlerini tek tek dinlemek isterdim. Sonuna kadar, sonsuza. Tüm insanlar üzerinde deneyerek, test ederek, doğruluğunu gerçekleyerek… Ama kelimelerin bana hissettirdikleri hiç de iyi değil. Üzücü, korkutucu hatta. İbretlik halimizin, insanlığımızın bir özeti sanki, ne yazık ki.

Genel anlamda dayak vahşice bir cezadır.  Buna rağmen, caydırıcılık özelliği nedeniyle, realitelerimiz de gözönüne alındığında tamamen yok olmasını dilemenin karşılığı yok. Veya bir hırsıza, arsıza verilebilecek olan hapis cezası çok mu insancıl? Hem de istenmeyen olayların yaşanmaması için yapılması gerekenler konusunda toplumun tüm bireyleri sorumlu iken. Ya affetmeyi neden unuturuz ki, affederek cezalandırmayı?

Uzun sözün kısası, ailede yaşananları irdeleyebilmek üzere dayak faslını bir kenara bırakmalıyız. Çünkü buna odaklandığımızda bazı gerçekleri görebilmemiz mümkün olmayabilir.

Eş seçimi ciddi bir karardır. Evlilik öncesi edinilen tecrübelerin bir sonucu ve bunun üzerine inşa edilmeye çalışılan yeni bir hayat… Pek çok kriter, eşlerin her biri tarafından, diğeri de hesaba katılarak ele alınmalı. Mevcut durum da değerlendirilmeli, hayattan, evlilikten beklentiler, hedefler de.

Bu süreç hem kolay hem de zordur. Düşünce dünyamızda, çevremizdeki insanlar ile ilişkilerimizde dengeleri gözetebiliyorsak özel bir gayrete ihtiyaç bile hissetmeyebiliriz. Aksi, bu denklemi çözmek mümkün bile olmayabilir.

Aile, bir olmanın denendiği, yaşandığı en küçük birimdir. Orada BEN yoktur, olamaz, olması kabul edilemez. Tabii ki teoride. Yaşanan problemlerin hepsi denebilecek ekseriyette nedeni buradadır. Söylemlerin pratiğe yansıtılamaması, haklılık iddiaları, diğerinin ihtiyaçlarını, duygularını gözetememe…

Belki de bu aile danışmanıyla herşeyden önce aile kavramı üzerinde konuşmalıyım. Onun açmazlarında doğrulanmalı, dengelerinde tamamlanmalıyım. Veya benim dışımda, tüm bireylerin özgür, mutlu mesut yaşadığı bir dünya var ise, keşfetmeliyim.