Örümcek ağı ve sosyal medya

Eskiden evlerin özellikle de metruk viranelerin duvarlarında olurdu. Kimine göre kirlilik nişanesi, kimine göre ise yaşam belirtisi. Faydalı yönleri de var elbette. İnsanoğlu bunların ustasına ve ürettiği ağlara bakıp teknolojik keşifler yaptı sonradan. Evet, örümceklerden bahsediyorum. Unutmamalı ki, bütün teknolojik gelişmelerde olduğu üzere bunda da Vahyin payı var. Kur’an’da her ne kadar çok da pozitif

DR. MUSTAFA AKDAĞ 23 Şubat 2020 YAZARLAR

Eskiden evlerin özellikle de metruk viranelerin duvarlarında olurdu. Kimine göre kirlilik nişanesi, kimine göre ise yaşam belirtisi. Faydalı yönleri de var elbette. İnsanoğlu bunların ustasına ve ürettiği ağlara bakıp teknolojik keşifler yaptı sonradan. Evet, örümceklerden bahsediyorum.

Unutmamalı ki, bütün teknolojik gelişmelerde olduğu üzere bunda da Vahyin payı var. Kur’an’da her ne kadar çok da pozitif olmasa da örümceğin evi örnek olarak gösterilmiştir zira. Ağları avcılar, balıkçılar, pazarcılar kullandı kadim zamandan beri. Sonra kahraman bile üretti bu ağlar ve sinemacılar örümcek adam efsanesi ile çocukları-büyükleri ağlarına düşürdüler. Zira artık ağlar görünür görünmez her yerdeler ve süpürge ile temizlenmeyecek derecede yer ettiler hayatımızda. Nasıl oldu peki bu fetih.?

Önce larvalarını masamızın üstüne bıraktılar. Bilgileri bir çırpıda sayışını, endamlı duruşunu ve marifetlerini sevdik. İnsanoğlu kendi aynasını gördü belli ki, iyi yönleri de var kötü de dedi, ama iyi yönlerini almak lazım diyerek bir de vicdan rahatlattı. Ondan mektuplar attık, birbirimize ulaşmak kolaylaştı. Bilgiler, kitaplar depoladık ona. Dedem “benim bu kadar kitabım olsa, okur alim olurdum” dedi hafızasındaki binlerce kitabı görünce. Telefon sesini müteakip çalışan modemlerimizden bilgiler indirmek için saatlerimizi harcadık. Yeni gördüğümüz bir programı öğrenmek için hatta arıza yapınca düzeltmek için günlerimizi harcadık manasızca. Güya zaman kazanmıştık ama onu da tekrar örümceğe yem yaptık.

Sonra ona olan aşk ve bağlılığımız arttı. Hatta ailelerimizden de öne geçti, onlara ayırdığımız zaman kadar çocuklarımıza baba olamadık eşlerimize de koca. Hatta hanımlar espri bile yaptılar, kocaları onlarla ilgilenmeyince üstümüze kuma geldi bu dediler ve düşman oldular yeni aile bireyine.

Hoş kendileri de tanışınca bu meretle “masa üstünde durduğu gibi durmuyormuş” dediler. Evde yeni bir kavga daha koptu. Hanım bilgisayarda sörf yapmaktan evde akşama çocuklarına yemek yapmaya fırsat bulamadı. İşin kolayı vardı. Onu düşünen bunu da düşünmüş ve örümcek ağının kollarına yakalanan bireyler kurtulmaya çalıştıkça ondan daha çok mahkum olmuştu. Bir tıklama ile internetten pizza siparişi yapılabiliyordu ne de olsa.

Sonra bu çok sevdiğimiz yeni aile bireyimizi kucağımıza alacak versiyonlar çıkardı örümcek sahipleri. Ona şekiller verdi ve kucağımıza alacak kadar küçülttü adına da dizüstü dediler. Eskiden dizimizin üstüne çocuğumuzu oturturduk ya okşamak için, artık onları oturtmaya başladık. Ailede kelle başı herkese bir adet dizüstü örümcek düşmeye başladı artık modern zamanlarda.

Onu artık her yere götürebiliyorduk. Özlüyorduk çünkü. Ayrılamıyor, hep yanımızda istiyorduk. Onunla baş başa kalınan anlarda ise Allah’la kul arasında idi. Zira “oluklar çift, birinden nur akar birinden kir” demiş ya şair, tam da bunu kastetmiş herhalde.

Gizli günahlarımız çoğaldı. Ama Allah (cc) günahı gizli yapanı bu hassasiyetinden dolayı ahirette de birebir hesaba çekecek milletin içinde rezil etmeyecek nassını hemen tevil edip dayanak yaptık bu yeni örümceğin kollarına. Çelik gibi iradeler dediğimiz sineler eridi onun asit yağmurları karşısında. Örümcek sahipleri de ağlarına düşürdükleri avlarını bütün zerrelerine kadar yok etmeye kararlı idiler.

Sonra Chatler (çet) çıktı, “bana bir şey olmaz imanım sağlam” diyen babayiğitler devrildi, “Ne güzel geçimleri var maşallah!” dediğimiz örnek aileler bozuldu, ama en ilginci de artık örümcek aile bile kurmaya başladı çöpçatanlık yaparak, İslami evlilik siteleri popüler oldu.
“Kumanda elinde istediğin yeri aç kardeşim, seni zorlayan mı var!” tarzında bahaneler, birilerini dünyanın en zenginleri arasına yükseltirken, bizlerin de özgür iradelerimizin gözünü nasıl boyadığını dikkatimizden kaçırdık. Zira nefislerin boşlukları iyi tespit edilmişti. Hem babamız Âdem ve anamız Havva’yı kandırıp cennetten kovduran bu örümceğin atası lain Şeytan değil miydi. İki iyinin arasına bir kötü koyulmak sureti ile gözleri gönülleri alıştırdı. Günah bir tık mesafesine indi. Eskiden arasında duvarlar vardı. Şimdi şeffaf bir perde kaldı arada sadece.

En kötüsü de bu azılı düşmana veya ezeli düşmanın bu azılı oyununa karşı çok hazırlıksız yakalandı duyarlı duyarsız herkes. En temel eğitimini dahi almadan kullanılmaya başlandı bu oyuncaklar. “No” yerine “Yes”e bastık kimi zaman renk ayırımına dahi dikkat etmeden.

Aslında bu kullanılan mecralar öyle bir gerçekliğe dayanıyordu ki insanoğlu asırlarca bunun varlığını inkâr edegelmemişler miydi? Peygamberler onlara gelip “Yaptıklarınız Allah katında yazılıyor, hiçbir şey unutulmayacak, bu yüzden hep dikkatli olmalı ve iyilik peşinde olmalısınız” dediklerinde ne cevap verdi o günün ve bugünün akılcı insanları: “Görmediğimiz şeye inanmayız” dediler. Sonra gün geçti devran döndü. Peygamberlerin dedikleri daha bu dünyada iken bir bir ortaya çıkmış olmadı mı?

Bu yeni oyuncaklarımız yani örümcek ağlarımız hiçbir şeyi unutmuyorlar. Yıllar sonra bile girilen sayfa ve bağlantı kurulan kişiler ve görüşülen konular, çekilen resimler ve videolar hatırlanıp geri çağrılabiliyor. Yeter ki bu örümceğin herhangi bir yerine temas etmeye görsün. Hemen kayıt ediliyor. Oysa biz kendimizi avuttuk hep.

Kontrol bizde zannettik. Onayımız olmadan kimse bunları kaydedemez zannettik. Oyunun kuralları ise onu yapanlar tarafından belirlenmişti çoktan. Hem biz değil miydik, günaşırı benzer haberlere şaşıran. Yüz kızartıcı doküman ve kasetler sebebi ile şantaja ve toplumsal ayıplanmaya maruz kalmadı mı anlı şanlı insanlar?

Hatta makamlarını kaybettiler. Sosyal ağlarımız örümcek ağı gibi bir anda yüzbinlerce insana ulaştırıveriyordu işte en mahremleri, sevapları ve günahları.

Evet meleklerin kayıt yaptığına inanmayanlara en büyük delil insanların yaptığı kayıtlar oldu. Hesap kısmına gelince ise madem makam-mansıp-itibari ile bu dünyada da yüz kızartıcı suçların cezası veriliyor öbür dünyada haydi haydi verilir demek kaldı bize de.

Sonra cebimize girdi bu örümcek. Artık her an yanımızda idi. O olmazsa ne yaparım Allah’ım demeye başladık. Sanki onun olmadığı zamanlarda ne yaptığımızı unutmuş gibiydik. İyi ile kötünün, faydalı ile faydasızın birbirine karıştığı zaman dilimlerine girmiştik, israf kavramı da değişti. Facebook’da alaka sırasına koysanız en son sırada olan bizi alakadar eden video ve resimlere tıklar olduk hiçbir gerekçemiz olmadan.

Sonrada hayatı kolaylaştırdıklarına olan inancımız arttıkça arttı. Cihazları 3 ayda bir yenilemeden duramaz olduk. Kameralar yoktu var oldu, sonra çift oldu şimdilerde dört. Yani hiçbir halimiz ıskalanmaz oldu. Her an kayıtlara girer olduk. Zannettik ki hep o kamera sadece biz isteyince çekti. Onu oraya yerleştirenler küçücük bir casus programla her halimizi bizden habersiz görüntüler olmuştu oysa.

Sonra örümcek en can alıcı atağını yaptı ve madem her anında ben varım o zaman sevabınız artsın bana tapınırken dedi ve sosyal ağlar ortaya çıktı. Facebook’dan MSN’e oradan da Twitter’a ulaştık. Konuşulan konun ne olacağının önemi yok, yeter ki benimle ol dedi örümcek. Sosyalleştiğimizi zannettiğimiz kadar asosyalleştik ve sanal olduk.

Kökü “Sanmak”tan gelen bu kelime adı üstünde aslında olmayan ama öyle gördüğümüz bir varlığı tanımlıyordu. Bu tür faaliyetlere vakit ayırdığımız için kısa ve özsüz bilgiler bize ilim ve irfan olarak yetmeye başladı. Kitap okumamaya başladık ve güya örümceğin bu hizmetini iyiye kullanacaktık ama birbirimize söyleyecek iki iyi kelime bile bulamaz olduk. Özü kalmamıştı nesnelerin. Yemek fast-food’a, tebrikler klişe kısa mesajlara ve hasret gidermeler de whatsapp, skype ve msn’e kaldı.

Ve insan oğlu yine aldandı. Kuran’ı da bu yüzden reddetti, Belkıs’ın tahtının ışınlandığını saçma buldu, ama kendisine ışınlama aracılığı ile gelen sanal görüntü ile anne-babası ile hasret giderdi. Ama hala kendi ile çeliştiğinin farkına varamadı. İnançlı olduğu için horlanan ve sunduğu reçeteler dışlanan mücadele insanı büyük İslam âlimi Said Nursi gibi insanların “hüve nükte”sini anlamaya yanaşmadı.

Bugünlerde ise insanlığın son harikası instegram ve twitter var artık. Sınırlı sayıda harf ve kelime ile her anımızı ifade edebilmek özgürlüğü. Ne büyük lüks değil mi?! Soba başında saatler süren sıcacık samimi çay muhabbetinin yerini tutabilecek mi acaba.? Asla!