Nargin Adası: Arsa-yı Kerbela

Nargin Adası: Arsa-yı Kerbela

Anadolu’nun kaderi midir bilinmez, bu güzel yurdun geçmişinde hep çile vardır. İnsanımız her dönemde hüzün, gözyaşı, tecrit ve sürgünlerle anılagelmiştir. Tarihin sayfalarını aralasak halkımızın yaşadığı nice ayrılık hikâyeleri kalplerimizi dağlar, yüreklerimizi burkar. Bu güzel topraklar dile gelse, kim bilir, daha nice kaydedilmeyen acılar, trajediler uykularımızı kaçırırdı. Çok uzaklara gitmeden bundan yaklaşık yüzyıl geriye göz attığımızda,

ERDAL KARAMAN 12 Mayıs 2019 ERDAL KARAMAN

Anadolu’nun kaderi midir bilinmez, bu güzel yurdun geçmişinde hep çile vardır. İnsanımız her dönemde hüzün, gözyaşı, tecrit ve sürgünlerle anılagelmiştir.

Tarihin sayfalarını aralasak halkımızın yaşadığı nice ayrılık hikâyeleri kalplerimizi dağlar, yüreklerimizi burkar. Bu güzel topraklar dile gelse, kim bilir, daha nice kaydedilmeyen acılar, trajediler uykularımızı kaçırırdı.

Çok uzaklara gitmeden bundan yaklaşık yüzyıl geriye göz attığımızda, yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde, bu güzel yurtta en çok kullanılan kelimeleri; savaş, cephe, esir, şehit ve gazi gibi harbi çağrıştıran sözcükler teşkil etmektedir.

Osmanlının son zamanlarında ve Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğu yıllarda ülkenin dört bir tarafında cepheler açılmıştır. Anadolu, tabiri caizse, savaş atölyesi gibidir o dönemde.

Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı, Trablusgarp Savaşı,  Çanakkale Savaşı, Sarıkamış Harekâtı, Kurtuluş Savaşı bu dönemde literatürümüze giren ve her birisi zatında devasa mücadeleleri barındıran kahramanlıklarla dolu muharebelerdir. Ölümün kol gezdiği günlerde Anadolu’da insanın gözü kulağı cepheden gelecek haberlerdedir.

Bahsedilen savaşlarda binlerce Anadolu evladı şehit verilirken birçoğu da esir düşer. Doğuda, Kafkas Cephesinde Ruslarla mücadele edilir. I. Dünya Savaşında Ruslara esir düşenlerin bir kısmı Bakü’ye, bir kısmı da Sibirya’ya kadar götürülür.

Cepheden sonra insanlarımızı esir kamplarının zorlu şartları beklemektedir. Trenlere tıka basa doldurulan esirlerin bazıları hastalıklardan bazıları da uzun süre aç ve susuz bekletilmekten dolayı, maalesef, can verir.

Bakü’ye getirilen esirler, Nargin adasında tutulur. Her ne kadar esir düşenlerin arasında Alman, Macar ve Avusturyalılar olsa da tutsakların ekseriyetini Türkler teşkil etmektedir.

Esir alınanlar arasında askerlerin yanında Rusların şüphelendiği, komitelerin ispiyonladığı halktan insanlar da vardır. Adada, iki yaşındaki bebeklerden, 80 yaşındaki yaşlılara kadar farklı yaş gruplarında insanlar bulunmaktadır.

Nargin Adası, Hazar denizinde Bakü’ye deniz yoluyla yaklaşık bir saatlik mesafede bulunur. Metruk, bitki örtüsünden mahrum adanın ıssızlığı dahi insanı ürkütmektedir. Adaya verilen; yılanlı ada, makber, Arsa-yı Kerbela ve cehennem adası gibi isimler bu mekânın dehşetini yansıtmaktadır.

Normal şartlar altında dahi bu mekânda insanın yaşaması mümkün değildir. Bundan dolayı adaya incelemeler için gelen Rus heyeti, burasının esirler için çok güzel yer olduğunu merkeze rapor eder. İdare de heyetin sunduğu raporu kabul eder. Nargin’e getirilen birçok esir yılan sokmasından ve hayat koşullarının çetinliğinden dolayı can vermiştir.[1]

Esirler arasında bulunan ve kamptan kaçmayı başaran Süleyman Nuri, hatırlarında, bu mekânla ilgili izlenimlerini şu satırlarda dile getirir:

“Bizi sahilden 15-20 km uzaklıktaki adaya getirdiler. Adada tek tük Alman, Avusturyalı ve Macar esirler de vardı. Bizim sayımız 50.000 idi.

2, 2,5 kilometre kare sathında, bir kilise ve birkaç idare binalarından başka, yer üstünde hemen hemen başka bir bina yoktu.

Biz, yarı yarıya toprağa gömülü zeminlerde yaşıyorduk. Birkaç gün sonra adanın bütün sahillerini gezdik. Balık avcılarına ve su yılanlarına tesadüf ettik. Adanın kuzey kısmında kazılmış bir çukura rast geldik. İçeresinde cesetler doluydu.

Üzerleri kireçle örtülmüştü. Henüz çukur kapatılmamıştı. Tekrar yerimize döndüğümüzde bizden kıdemli erlerden o çukurları ölenler için açtıklarını öğrendik. Onların söylediklerine göre çukurlar elli kişiyi alacak şekilde kazılıyormuş. Sayı tamamlandıktan sonra kuyular kapatılıyor, yenileri açılıyormuş.”[2]

Bu dönemde, fedakâr Azerbaycan halkı Türk esirlere yardım elini uzatır. Kardeşlerinin zor şartlar altında yaşamalarına gönülleri razı olmaz. Hafta sonları adadaki Türklerin Bakü’ye gelmesi için yetkililerden izin alırlar. Azerbaycanlı araştırmacı Elfayım Aziz’in anlattığına göre, halk soydaşlarına yardım etmek için adeta yarışır.

Birçok insan rıhtımda kardeşlerinin sahile çıkmasını dört gözle bekler. Esirleri evlerine götüren Bakülüler, yemek yedirip elbiselerini temizledikten sonra Pazar akşamı tekrar limana getirirler. Azerbaycanlı yardımseverlerin jesti günlerce zor şartlar altında bulunan esirler için can simidi gibi olur.

O dönemde Azerbaycan’da hayır faaliyetleri ile de ön plana çıkan iş adamı Hacı Zeynelabidin Tagiyev esirlerin ihtiyaçlarını karşılamak için bütün imkânlarını seferber eder.

Tagiyev, vefat etmesi durumunda bütün mal varlığını Türk esirlere bağışlanmasını vasiyet eder yakınlarına. Ekim 1917 devrimi gerçekleştikten sonra Sovyet hükümeti, Tagıyevlerin mallarına el koyar. Aile çok zor günler geçirir.

Yine esir Türk subaylarından Ahmet Göze hatırlarında anlattığına göre; Ayşe Hanım adında Bakülü zengin bir Hanımefendi adadaki Türklere yardım etmek için adeta seferber olmuştur.

Ayşe Hanım, bir annenin çocuklarına gösterdiği şefkati soydaşlarına gösterir, sürekli adaya gelir, kardeşleri ile yakından ilgilenir. Özellikle bayram günlerinde onları ıssız adada yalnız bırakmaz. Ayşa Hanım, askerlerimize rütbelerine göre her geldiğinde harçlık dağıtır. Türk esirler onun yolunu dört gözle bekler.[3] Ayşe Hanım, daha sonra Bakü’yü işgal eden Bolşevikler tarafından öldürülür.

Ümmet gazetesinin başyazarı, Azerbaycan’ın aydınlarından Dr. Neriman Nerimanov ise esirleri gördüğünde gözyaşlarına hâkim olamaz. “Ağladım” başlıklı yazısında duygularını şu içli sözlerle dile getirir:

“Ben ağladım…

Ben, marazlar ve hastalıklar içerisinde kıvrananların, hastalıklar pençesindeki ah u zarlarını işitip ağladım. Birçoklarının hayatlarının son anlarına şahit oldum, dayanamayıp ağladım. Ağlamamak mümkün mü?”[4]

Azerbaycan halkı, tehlikeli olmasına rağmen, birçok esirin adadan kaçmasına da yardımcı olmuştur. Kamptan kurtulan esirlerin bir kısmı İran üzerinden Türkiye’ye geçmiştir, fakat büyük bir kısmı zor şartlar altında ta ki Türk ordusu Bakü’ye gelinceye kadar cehennem adasında hayatlarını sürdürmek zorunda kalmıştır.

Rusya’daki Ekim 1917 devriminden sonra Nargin adasındaki esirlerin durumunda herhangi bir düzelme olmaz. Bu süreçte Sovyet ordusu Bakü’yü işgal eder. Bakü tamamen Rusların işgali altındadır. Azerbaycan’ın Osmanlıdan yardım istemesi üzerine Anadolu’dan 1918 yılında Nuri Paşa komutasında Türk ordusu Azerbaycan’a gelir.

Ordu Gence’de hazırlıklara başlar. Nargin adasından kaçan askerler de Gence’de Kafkas İslam Ordusuna katılır. Gence’de hazırlıklarını tamamlayan Kafkas İslam Ordusu Bakü’yü ikinci kuşatmasında işgalden kurtarır. Şehir, azat edildiğinde Kurban bayramıdır.

Halk o gün iki bayramı aynı anda kutlar. Bakü’nün kurtuluşu ile birlikte Nargin adasındaki esirler de hürriyetine kavuşur. Yıllardır çektikleri ıstıraplar sona erer.[5] Esirlerin büyük bir kısmı Anadolu’ya dönerken bazıları da Azerbaycan’da kalır.

[1] Betül Aslan, A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED] 42, ERZURUM 2010.

[2] Süleyman Nuri, Çanakkale Siperlerinden TKP Yönetimine, Uyanan Esirler, İst., 2002.

[3]Ahmet Göze, Rusya’da Üç Esaret Yılı, İstanbul, 1991

[4] Konuyla ilgili TRT belgeselinden alınmıştır.

[5] Erdal Karaman, Azerbaycan’da Bir Türk Mezarı, Yağmur Dergisi. İstanbul 2004.