Münafık vezirin hilesi!

Münafık vezirin hilesi!

Mevlâna Rumi, İslam irfan geleneğinin en önemli temsilcilerinin başında gelir. Tesiri günümüze kadar ulaşan bu büyük sufi, binlerce beyitlik Mesnevi isimli eseri ile de sadece doğuda değil batıda da en çok okunan yazar ve şairler arasında yerini almıştır. Şiir formatında yazılmış bu eserinde Mevlana hikâyeler anlatmış, konuların iç içe labirentler gibi örgülendiği özgün bir tarz

DR. MUSTAFA AKDAĞ 28 Eylül 2020 DR. MUSTAFA AKDAĞ

Mevlâna Rumi, İslam irfan geleneğinin en önemli temsilcilerinin başında gelir. Tesiri günümüze kadar ulaşan bu büyük sufi, binlerce beyitlik Mesnevi isimli eseri ile de sadece doğuda değil batıda da en çok okunan yazar ve şairler arasında yerini almıştır.

Şiir formatında yazılmış bu eserinde Mevlana hikâyeler anlatmış, konuların iç içe labirentler gibi örgülendiği özgün bir tarz oluşturmuştur. Onun sıkça başvurduğu hikâye anlatma metodu elbette ilk kez onun tarafından kullanılmış değildir. Zira kutsal kitaplar ve özellikle Kur’an-ı kerim sıkça hikâye dilini kullanmış ve peygamberlerin gerçek hikâyeleri üzerinden avam-havas herkesin rahatlıkla anlayabileceği şekilde mesajını ulaştırmıştır.

Hak yolunun sarsılmaz yolcusu Kuran’ın talebesi Mevlana hazretleri de bu metodu kullanmaktan çekinmemiştir. Bazen saatlerce anlatılacak mevzuları kısa sürede ve tam anlaşılacak şekilde muhatabına ulaştıran bu hikmetli hikâyeler tekrar tekrar okunsa yeridir.

Özellikle Fast Food çağı da diyebileceğimiz asrımızda her şeyi zahmetsiz ve kısa sürede elde etme alışkanlığına yakalanmış okuma özürlü insanların bu hikâyelere çok ihtiyacı olduğu da muhakkaktır. Nitekim bir mevzuu en kısa sürede en açık şekilde anlatma adına hikâyeler çok işlevseldir.

Bugünkü konjonktür itibari ile de, siyaset kaynaklı aktüel mesleler o kadar mühim ve belirleyici hale gelmiş durumda ki oluşturduğu tartışmalar adeta kardeşi kardeşe düşürecek derecede vahimdir.

Aslında prensip itibari ile bu tür politik konulardan kaçınmaya çalışıyor olsak da, bu tür tartışmalar bir şekilde bizi de ilgilendiren sosyal ve psikolojik kırılma ve travmalara dönüşmektedir. Olay ve hadiseleri şahıslar ve olaylar değil, fikirler üzerinden okuyup, doğru anlama ve yorumlamaya duyulan ihtiyaç da artmıştır.

Bu sebepten son yaşanan süreci anlama adına yine Mevlana hazretlerinin hikâyelerine kulak vermek gerektiği kanaatindeyim. Günümüz hâdiselerine tıpatıp olmasa da büyük oranda benzemektedir. Konuyu herhangi bir dini grup ve mezhebe indirgememe adına orijinalinde mevcut olan isimleri anonim hale getirdik. Hikmet ve yorum okuyucuya bırakılmıştır.

Zamanın birinde zalim bir padişah ve kendisinden beter, hilekâr ve düzenbaz bir de veziri varmış. Kendileri ve iktidarları için düşman bildikleri grubları yok etmek için türlü zulümlere başvururlarmış.

Mücadelede başarılı olamadıklarını düşünen hilekâr vezir padişaha: “Padişahım, bu malum insanlar, inançlarını gizleyerek asıl amaçlarını saklıyorlar. Sen ne kadar öldürsen, hapsetsen de de onlarla başa çıkamazsın. Hem kimin içinde ne sakladığını bilemeyiz ki.” demiş.

Padişah: “Aslında haklısın, ama ne yapalım da açık gizli bu inanca mensup kimseyi hayatta bırakmayalım?” demiş.

Vezir çılgın projesini açıklamış: “Padişahım siz bana güzelce işkence edin ve idam kararı verin. Tam infaz edileceğim zaman da sizin kıramayacağınız biri çıkıp halkın huzurunda benim affımı sizden dilesin. Siz de beni affedip uzak bir yere sürgün edin. O zaman ben o inancın mensuplarına: ‘Ben gizlice sizin dininize girmiş biriydim ama padişah bunu anladı ve bana bunca eziyeti yaptı. Ben yıllardır dinimi gizleyerek padişahın dininden gözüksem de bunu anladı ve zulmetti. Eğer manevi bir güç bana yardıma yetişmeseydi beni yok edecekti. Ben dinimiz için canımı vermekten çekinmem, fakat ben ölürsem vakıf olduğum bütün dini bilgiler yok olur, din de cahillerin elinde kalır. Bu da bana azap verir.’ diyeyim.” demiş.
Böylece ondan şüphe etmeyecekler, o da içlerine girip onların dinlerini bozacak ve onları yoldan çıkaracakmış. Padişah bu fikri çok beğenmiş ve en kısa zamanda da vezirin bu projesini hayata geçirmişler. Aynen planladıkları gibi işkence edip sürgün etmiş veziri.

Vezir sürüldüğü yerde hemen işe koyulmuş. İnsanları sözde uğruna fedakârlıklarda bulunduğu dine davet etmeye başlamış. İnsanları bu dinin sırlarına vakıf olduğuna inandırmış. Kısa sürede de meşhur olmuş. Samimi dindarlar da onun etrafında toplanmaya başlamış.

İnsanlar onun görünüşüne ve sözlerine aldanıp onun asıl niyetinin ve kurduğu tuzağın farkında değillerdi tabi ki. Artık peygamberin halifesi olarak anılır olmuş ve öylece kabul görmüş. Etrafına binlerce insan birikmiş. Bu arada vezir ile gönülden bağlı olduğu padişah arasındaki irtibat da gizlice devam ediyormuş.
Planın son aşamasına geçmişler.

O yörede on iki kabile ve her kabilenin başında da bir emir varmış. Bütün bu emirler de o vezire gönülden bağlanmışlar ve sonsuz bir güven duruyorlarmış. Adeta vezir öl dese hemen ölmeye hazırlanmış. Planını adım adım uygulayan vezir son aşamada her emir için ayrı bir vasiyet hazırlamış. Fakat hazırladığı bu vasiyetler aynı konularda ama birbiri ile çelişen hükümler içeriyormuş. Adeta birinin ak dediğine diğeri kara diyormuş.

Vezir bir süre sonra halka vaaz ve nasihat etmeyi bırakarak inzivaya çekilmiş. Kırk gün yalnız kalıp kimseyi kabul etmemiş. Onu seven halk, sohbetinden mahrum olunca ağlayıp yalvarmaya başlamışlar. Onların arasına dönmesini istemişler ama nafile. Vezir biraz da sırlı bir eda ile dışarı çıkmasına izin olmadığını söylemiş.

Sonra da o emirleri tek tek çağırıp her birine ayrı ayrı: “Benden sonra halifem sensin, fakat ben ölmeden bunu sakın açıklama!” deyip eline bir vasiyet vermiş. “Gerçek din ve onun hükümleri bu vasiyetnamede yazılıdır, bunun dışındakiler hurafedir.” demeyi de ihmal etmemiş.

Sonra tekrar inzivaya çekilmiş ve bir daha hiç kimseyle görüşmeden kendini öldürmüş. Vezirini ölümünü duyan halk evine akın etmiş. İnananlar günlerce ağlamış sızlamışlar. Ortalık sakinleşince de halk onun yerine geçecek kişiyi belirleme telaşına düşmüş.

Bunun üzerine emirlerden her biri ortaya çıkıp: “O kutlu kişi beni vekil ve halife tayin etti. İşte elimdeki risale bunun delilidir.” demiş. Hangisi gerçek vs. diye tartışılırken de iş kavgaya dönüşmüş ve kan akmış, ortalık toz duman olmuş. Halk da birbirine girmiş. Tamiri zor yaralar açılmış.

Böylece vezirin ektiği fitne tohumu yeşermiş dindarlar birbirine girmiş, dinin hükümleri de elbette birbirine karışıp allak bullak olmuş. O münafık vezir de böylece ölümü pahasına muradına ermiş, kendi dinine ve davasına hizmet ederek ölmüş.