Mevlana’nın şehrinde ‘Ehli kitabı dost edinmeyin’ pankartı!

Mevlana’nın şehrinde ‘Ehli kitabı dost edinmeyin’ pankartı!

Bundan tam 20 yıl önce idi. Dindarlığı ile nam salmış, Mevlana Celaleddin Rumi gibi hoşgörüde zirve bir insanı bağrında barındıran Konya’da ilahiyat fakültesi son sınıf öğrencisi iken, tefsir dersinde profesör hocamız tahtaya Maide suresi 51. ayeti yazmış ve o günlerde Papa ile bir görüşme yapan bir din adamını açıkça tekfir etmişti. Gerçi o zamanlar ilahiyat

DR. MUSTAFA AKDAĞ 24 Ekim 2019 DR. MUSTAFA AKDAĞ

Bundan tam 20 yıl önce idi. Dindarlığı ile nam salmış, Mevlana Celaleddin Rumi gibi hoşgörüde zirve bir insanı bağrında barındıran Konya’da ilahiyat fakültesi son sınıf öğrencisi iken, tefsir dersinde profesör hocamız tahtaya Maide suresi 51. ayeti yazmış ve o günlerde Papa ile bir görüşme yapan bir din adamını açıkça tekfir etmişti.

Gerçi o zamanlar ilahiyat camiasında bu tür tekfirci anlayış hep revaçta idi ama, meallerde genelde “Ey iman edenler, Kafirleri dost edinmeyin” şeklinde tercüme edilen bu ayeti, sebebi her ne olursa olsun zorlama tevillerle, üstelik iki din adamı, kanaat önderi arasında geçen bir görüşme sonrası bu şekilde yorumlamak hangi usule uyar diye bir tartışma başlamıştı. Belli ki, diyalog çağrısı yapan bir şahıs veya gruba karşı duyduğu antipati sebebiyle böyle bir zorlama tevil yapmıştı profesörümüz.

Aradan yıllar geçti, doktora yapmak niyetiyle geldiğim Almanya’da bendeniz de başka dinlerden pek çok insanla tanışma, yakınlaşma, fikir teatisinde bulunma fırsatı bulmuştum. Hem belli bir yakınlık olmadan, belli seviyede diyaloga geçmeden birbirimizi, meselelerimizi tanı(t)ma nasıl mümkün olacaktı ki.

Onları tanıdıkça özellikle Hristiyanlara bakışım değişmiş, bir çok konudaki ön yargılarım da yıkılmıştı. Bizim toplumda özellikle de ilahiyat camiasında başka dinden kültürden insanlara karşı var olan tahkir, alay ve nefretin ne kadar yanlış ve haksız olduğunu da görmüştüm.

Elhasılı aradan yıllar geçti, değişen, globalleşen dünyada karşılıklı etkileşim ve kitle iletişim araçları sayesinde Türkiye de bir değişim geçirdi. Yurtiçi ve yurtdışında Diyanet ve diğer sivil toplum kuruluşları diyalog faaliyetleri başlattılar. Bu olumlu değişimler, açılımlar umut vericiydi.

Fakat ne olduysa son 5-6 yılda yaşanan siyasi sosyal gelişmeler sebebi ile anti-demokratik adımlar atıldı ve maalesef bu kazanımları yok etti, ülke ve din adına da büyük bir imaj kaybına sebep oldu.

Maalesef, bu siyasi iradenin iktidara gelmesinde ve sonraki adımlarında da kayıtsız şartsız destek veren ilahiyatçılar bu kayıpta da önemli pay sahibidir. Son örneği yine Konya’dan geldi.

Avrupa’da da aktif olan bir dernek, yukarıda bahsi geçen ayeti, toplumu ve insanları birbirine karşı kin ve nefrete itecek şekilde kaba ve özensiz bir yorumlama ile reklam panolarına yazdı. Ben de adeta bir dejavu yaşadım. Yani 20 yıl geriye gitmiş olduk.

Şimdi bir ilahiyatçı olarak Kur’an’nın ruhuna uymayan, insanları dışlayıcı bu kaba tefsire mi yanayım, yoksa ne birbirine ne de diğer kendisi gibi olmayanlara saygı duyan bu zihniyete mi? Mevlana tabiri ile: “duymak istemeyen kadar sağır, görmek istemeyen kadar kör, anlamak istemeyen kadar aptal yoktur” fehvasınca bu ayetin doğru anlaşılması için çabalamak ne getirir bilemedim.

Yine de duymak, anlamak isteyenler için bazı hususların altını çizmek istiyorum: İlahiyatta ana derslerden olan Tefsir usulü dersinde ilk öğrenilen şey bir ayeti anlamak için yine başka ayetlerin yardımına başvurulduğudur. Yani Kur’an’ın yine Kur’an ile tefsiri.

Sonra Hadislere bakılır, sonra da hala yoruma açıksa tevile gidilir. Seçilen kelimenin tam anlaşılması için de Lisanu’l Arab vs gibi sözlük tarzı ana kaynaklara bakılır. Üstelik Kuranın Ruhu diyebileceğimiz külli mesajı da gözardı etmemek gerekir. Şimdi, bu ve benzeri ayetlerdeki “evliya” kelimesi Türkçe’ye yerleşen “dost, arkadaş, kanka” kelimesi ile birebir örtüşüyor mu ona bakmak gerekir. Sanırım pek çok Türk müfessir, Türkçeye geçerken veya sonradan zamanla etimolojik olarak anlam kayması yaşamış olan bu veli, evliya, dost kelimelerini açıklarken zorlanıyorlar.

Burada çoğul kullanılmış olan “evliya” kelimesi – Allahu a’lem- “sırrını paylaşacak kadar yakın olmak”, modern tabirle “kanka olmak” kavramına denk gelebilir ve hükmü de bahsi geçen durum veya şartlar altında geçerlidir.

Yoksa, ehli kitap ile herhangi bir diyaloğu yasaklamaya kalkarsak “Allah, din hususunda sizinle savaşmayan ve sizi, ülkenizden çıkarmayanlara iyilik etmenizi, onlara karşı insafla, adaletle muamelede bulunmanızı yasaklamaz; şüphe yok ki Allah, adaletle muamele edenleri sever.” (Mümtehine, 8) ayetinde geçen hakikati nasıl açıklayabilirim.

Ayrıca, tefsir usulündeki diğer bir esas da “sebeb-i nuzul” yani ayetin iniş sebebi hususudur ki bu Maide 51 ayetinin inme sebebi de Müslümanları, özellikle Medine’de diğer dinlere mensub eski dostlarının tesirinden uzak tutabilmektir.

Zira yeni inen bu dinin bu manada hijyene ihtiyacı vardı. Bu eski arkadaşların sebep olacağı kafa karışıklığının önüne geçmek niyeti vardı. Bugün basit bir firmada bile rakip şirkete bilgiyi ve patenti paylaşmama adına çalışanlarla anlaşma imzalandığını düşünürsek, dini hususta bu tedbirin alınmış olması makul sayılabilir.

Burada eğer külli bir dışlama söz konusu olsa idi, bir Müslümanın bir Yahudi veya Hristiyan ile evliliğine de cevaz verilmedi değil mi. Onların kestiği kurbanın yenilmesine de ruhsat verilmezdi. Düşünsenize Hristiyan eşiniz var ve siz onunla konuşmuyor, diyalog kurmuyorsunuz.

Çok saçma olurdu. Diğer taraftan Peygamberimizin Necran Hristiyanlarını günlerce hem de mescitte ağırlamış, misafir etmiş olduğunu düşünürsek, ayette geçen hükmün umum yahudi ve hristiyanlarını kapsayacak şekilde ve diyalog kurmayı yasaklama olarak anlaşıl(a)mayacağı açıktır. Yine kendisi (sav) vefat ettiğinde zırhının bir borç nedeni ile yahudi komşusunda rehin olduğu rivayet edilir.

Ayetteki yasağın kimleri kapsadığını ise yine Kur’an: “Allah sadece dininizden ötürü sizinle savaşan, sizi yerinizden yurdunuzdan kovan ve kovulmanıza destek veren kâfirleri dost edinmenizi meneder. Her kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” hükmü ile açmıştır.

Burada ve benzer ayetlerde maksat Müslümanlığı kabul etmeyenlerle ilişkileri tümden kesmek olmasa gerek. Zira Bediüzzaman‘ın de dediği gibi, İslam onları din hususlarındaki tutumlarından dolayı eleştiriyor, kişisel insani sebeplerden dolayı değil. Yoksa onlara hiç rızık vermezdi. Burada onlarla mesafe koyma sebebi “müminlere işkence ve zulüm etmeleri, yurtlarından çıkarmaya çalışmaları ve dinlerini öğrenme ve yaşamaya engel olmaları durumundadır.

Eğer düşmanlık etmezlerse gayr-i müslimlere – ve bütün insanlara- iyi davranmak gerekir. Onlara yardımda bulunmakta da hiç bir mani yoktur. Peygamberimizin ve din büyüklerinin hayatları da buna bir örnektir.

Diğer yandan, birbirlerine zulmeden, özyurdunu dar eden, kardeş kanı dökmekte tereddüt etmeyen Müslümanların var olduğu günümüzde, savaştan kaçan müslümanlara kapılarını açan, onlara insanca muamele eden Ehli kitap Avrupa ülkelerini nereye koyacağız.

NATO gibi içinde yer aldığımız, emniyetimizin garantisi birliktelikleri nereye koyacağız. Özetle dini kaynakları yorumlarken bu hususları gözardı etmemek gerekir. Zamanın ruhunu yakalamak ve belli bir döneme ait suvaran söylemleri gözden geçirip, günümüz şartlarına uygun şekilde yeniden yorumlamak elzemdir.