İnsan, Zaman, Muharrem ve Kerbela

İnsan, Zaman, Muharrem ve Kerbela

Ay yılına göre hesap edilen hicri takvimde yeni bir yıla daha girmiş olduk. Umarım herkese hayır, bereket ve yenilik getirir. Zira yeni demek adı üstünde eski olmayan, yani öncekinden farklı bir şey demektir. Allah Tealanın Hayy ve Muhyi isminin tecellisi olarak eşyada aslolan hareket etmesi ve yenilenmedir. Vücudumuzda bulunan milyonlarca hücre nasıl sürekli yenileniyorsa, günler,

DR. MUSTAFA AKDAĞ 21 Ağustos 2020 DR. MUSTAFA AKDAĞ

Ay yılına göre hesap edilen hicri takvimde yeni bir yıla daha girmiş olduk. Umarım herkese hayır, bereket ve yenilik getirir. Zira yeni demek adı üstünde eski olmayan, yani öncekinden farklı bir şey demektir.

Allah Tealanın Hayy ve Muhyi isminin tecellisi olarak eşyada aslolan hareket etmesi ve yenilenmedir. Vücudumuzda bulunan milyonlarca hücre nasıl sürekli yenileniyorsa, günler, haftalar, aylar, mevsimler ve yıllar da aynı şekilde yenilenmektedir. Tıpkı içi içe daireler gibi döngüsel bir hareketlilik. Bu bizim gibi faniler için artık hücrelerin yenilenememesinden kaynaklanan yaşlılık ve hastalık gibi zahiri sebepler sonucu ölüm ile sona ermektedir ki bu da Allah’ın muhyi isminin mütemmimi mumit isminin tecellisidir.

Ne zaman ve nerede gerçekleşeceğine dair bir ön bilgiye sahip olmadığımız bu süreçte bilmemiz gereken en önemli şey ise hayat ve hayatın muhteşemliği. Kâinatta herşeye hayat bahşedildikten sonra artık onu kimsenin hatta kendisinin de engelleyemeyeceği hususu ki bunun en büyük delili de vücudumuzda istemsiz olarak çalışan kalp ve mide gibi cihazlardır. Bunu ancak intihar bozabilir ki bu da hem çok acı verir hem de inançlı insan için zaten menedilmiştir.

Zaman ise bu hayat denen nimeti bir yönüyle bize tanıtan bir yönü ile de onu kontrol etme ve ölçmemize yarayan şeyin ta kendisidir. İnsanoğlu doğduğu yani kendine hayat bahşedildiği zamanı en ayrıntılı şekilde kaydeder, dakika, saat, gün, ay ve yıl olarak kendine bir ömür biçer. Oysa yapabildiği şey sadece bu döngüselliğe bir isim koyma ve ona göre de değer biçmeden başka bir şey değildir.

Tıpkı cennette babamız Âdem’e (as) ilk öğretilenler gibi. Belki de biz onları hatırlayıp eşya ve hadiselere bir isim veriyoruzdur, kim bilir! Zira başka dillerde başka şekilde söylense de aynı olguyu tarif etmez mi isimler. Gerçi biz onlara bir isim verip saymasak da kendiliğinden (daha doğrusu Allahın dilemesi ile) akmaya devam ederler kendi çizgisinde. Yani bizim onları ister ay isterse güneş yılına göre saymamız onlara tesir etmez. Sadece bize faydası vardır.

Bize düşen nedir peki? Bize ayrılan bu zaman diliminde ve bize sunulan mekanda üstelik bize sunulan imkanlarla imtihanımızı yaşayıp emaneti sahibine teslim etmek. Hepsi bu. Hem bunların hiçbirini belirleme hususunda bize tercih hakkı sunulmamış ki beğenip beğenmeme veya sahip çıkıp ebediyete götürme gibi bir lükse girelim. Herkes takdir edilen ile başlamak durumunda. Sonrası için de bizi bağlayan o zaman ve mekâna atılacak imza, bırakılacak izdir.

İşte tam bu noktada bir örnek verebiliriz. Hicri takvimde ilk ay olan içinde bulunduğumuz Muharrem hem mühim ve sevindirici tarihi izleri hem de o ayda yaşanan insanı kahredecek derecede büyük zulumler ve acı hatıraların izlerini üzerinde taşımaktadır. Hepsi de insanlarca bırakılmış izlerdir.
Şöyle ki; Muharrem ayının dinimizdeki önemi çok büyüktür.
Dinimizin temel kaynağı olan Kur’an-ı kerim’de Fecr suresi 2. Ayette geçen “Ve on geceye yemin olsun” ifadesi ki bazı müfessirlerce Muharrem ayının ilk 10 günü olabileceği de ifade edilmiştir.

Peygamber Efendimiz de: “Ramazan ayından sonra en faziletli ay şehrullah olan Muharrem ayıdır.” buyurmuştur (Müslim, Siyam, 202). Bir başka hadiste ise “Aşure günü tutulan oruç, geçmiş senenin günahlarına kefaret olur.” buyurmuşlardır (Riyazüs sâlihin, 509). Özellikle Muharrem’in dokuz, on ve onbirinci günlerinin fazileti vurgulanmış ve bunların oruç ile geçirilmesi tavsiye edilmiştir.

Tarihte ise Hz. Nuh ve inananların Muharrem ayının 10. da bindikleri gemiden inmiş oldukları ve o gün de Hz. Nuh’un sel felaketinden kurtuldukları için şükür orucu tuttuğu rivayet edilir. İşte bu günde müminler azıklarındaki kalan buğday, nohut, fasulye gibi yiyecekleri karıştırarak tatlı bir çorba pişirmişip yemişlerdir ki bu yemek daha sonra “aşure” adıyla gelenek olmuştur. Aşure onuncu demektir ve hem bu günü hatırlatma hem de kardeşlik atmosferini temsil etmesi bakımından mühim manalar taşımaktadır.

Bu ayda gerçekleştiği rivayet edilen başka önemli olaylar da vardır. Hz.İbrahim atıldığı ateşten, Hz. Eyyub hastalıktan kurtulmuş, Hz. Musa da kavmiyle beraber Kızıl Deniz’i geçmiştir. Bu ayın “Eşhürü’l-Hurum” yani savaşılması yasaklanmış haram aylardan olmasının da ayrıca altını çizmek gerekir.
Bunca faziletine rağmen bu ayda gerçekleşen bir hadise daha vardır ki o günden sonra bütün islam toplumunu matem içinde bırakmıştır.
Hicri 10 Muharrem 61 (miladi 10 Ekim 680) tarihinde meydana gelen bu acıklı hadise o gün bu gündür yürekleri sızlatır. Kerbela’da Sevgili Peygamberimiz’in torunu, Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın değerli evladı Hz. Hüseyin, Emevi yönetimi tarafından zalimce ve hunharca şehid edilmiştir.

İşte Müslümanlar bu ayda bir yandan Nuh (as)’ın anısını ve mü’minlerin kurtuluş gününü aşure ile anarken, Hz. Hüseyin’in canına kıyan ibni Ziyad ve Yezit gibi zalimleri de lanetlerler, ehl-i beytinden o hadisede hayatını kaybedenleri de rahmetle anarlar.

İşte bütün müslümanların tarihe kara bir leke olarak geçen bu hadiseyi öğrenmeleri ve bir daha tekerrür etmemesi için de gelecek nesillere bir ibret vesikası olarak anlatmaları icap eder. Zira zalim ve cahil olan insanoğlu belirli değerleri kaybedip canavarlaşınca işleyemeyeceği günah ve zulum yoktur. İşin içine politika girince de ne kadar hasmane ve pervasız olabileceğine en iyi delil de bu hadisedir.

Allah (cc) dan da bu ümmete bir daha böyle hadiseleri yaşatmaması temennisi ile Alvarlı Efe Hazretlerinin Kerbelada yaşanan acıyı anlattığı şiirinin bazı mısralarına kulak verelim:

Bu gün mah-ı muharremdir, muhibb-i hanedan ağlar.
Bu gün eyyam-ı matemdir, bu gün ab-ı revan ağlar.
Bu gün Âl-i abanın gülşeninin gülleri soldu,
Düşüp bir ateş-i dilsuz, kamu ehl-i iman ağlar.
Bu gün evlad-ı Haydar, hem dahi ahfad-ı Peygamber
Döküldü gül gibi yerler yüzüne, asuman ağlar.
Güruh-i hanedana Lütfiya kurban ola canım
İla yevmil kıyame can ile ehl-i iman ağlar.

ÖNE ÇIKANLAR