Kapalı siteler, modern gettolardır!

Kapalı siteler, modern gettolardır!

Çevremde tanıdığım bir çok insan, Türkiye’de bir konut alırken son yıllarda sayıları gittikçe artan ve halk tarafından (orta sınıf ve üst sınıf) benimsenen kapalı sitelerden konut almayı tercih ettiklerine şahit oluyorum. İçinde yaşamak için ihtiyaç duyulan mekânların kapitalist neoliberal kentleşme düzeninde sadece yaşanmak için yuvalar olmadığının, birçok insan için yatırım ve kimlik inşa/temsil aracı olduğunu

MELEK KANDİLLİ 28 Temmuz 2019 MELEK KANDİLLİ

Çevremde tanıdığım bir çok insan, Türkiye’de bir konut alırken son yıllarda sayıları gittikçe artan ve halk tarafından (orta sınıf ve üst sınıf) benimsenen kapalı sitelerden konut almayı tercih ettiklerine şahit oluyorum.

İçinde yaşamak için ihtiyaç duyulan mekânların kapitalist neoliberal kentleşme düzeninde sadece yaşanmak için yuvalar olmadığının, birçok insan için yatırım ve kimlik inşa/temsil aracı olduğunu sanıyorum bir çoğumuz biliyoruz.

Sitelerin seçilme talebinin en önemli argümanı özellikle İstanbul gibi büyük kalabalık kentlerde öncelikli olarak güvenlik olsa da arkasında yatan daha da önemli bir sebep orada yaşayanların aynı gelir seviyesinde olan ve birbirine benzeyen her türlü sosyal aktivite imkanının bulunduğu ayrıcalıklı olma durumudur.

Bunun böyle olduğunu metropol şehirlerin dışında ve hatta yazlık deniz sahili kentlerde ve yerleşim bölgelerinde de her geçen gün inşaa edilen sitelerden de gözlemlemek mümkün.

Bu sitelerde insanlar fiziksel bir yaşam ortamını satın almanın dışında prestijli bir yaşam tarzınında ortamını satın almaktadırlar.

Bu tarz kapalı sitelerde oturmak aynı zamanda toplumun git gide birbirinden ayrışmasına, ilişkilerini koparmasına ve aralarında ki sosyal mesafenin artmasına da sebep olmaktadır. Bu sitelerde oturan yeni orta sınıf, kimliğini tüketim araçları ile ortaya koymaktadır.

Eskiden konutun metalaşması daha çok üst sınıflarda kendini gösterirken artık orta sınıf ve muhafazakar, dindar kesimlerde tüketim kültürünü benimsemiş ve tıpkı İslami gıda, giyim, eğlence gibi kaliteli lüks konutlarda kimlik inşaası olarak bu kesimlerce benimsenmeye ve tüketilmeye başlandı.

Eski mahalle tarzında ki yaşam mekanlarında var olan ortak kültür ve komşuluk ilişkileri tamamıyla zayıflamış hatta yok olmuştur, farklı toplumsal tabakadan (esnaf, işçi, emekli, farklı etnik, dini, mezhepsel ve siyasi görüşler vb..) oluşan mahalle yaşamı yerine aynı gelir seviyesinde olan, benzer siyasi görüşü olan, muhafazakar, demokrat, liberal insanların yaşadığı, etrafı duvar veya çitlerle çevrili, güvenlik görevlilerin olduğu ve orada yaşayanların dışında kimsenin içeri alınmadığı içe kapalı sitelerin varlığı beni oldukça rahatsız eden bir durum.

Komşuluk ilişkileri ve yardımlaşma sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde ama özellikle bizim ülkemizde en güçlü sosyal bağ iken, ölümde, düğünde, hastalıkta ve ortaklaşa yapılan bir çok sosyal aktivite de dayanışma ve yardımlaşma üzerinden yürütülürken, yeni kentselleşmenin getirdiği sitelerde ise birlikte yaşam yerine daha çok yalnızlaşma, toplumsal birliğin ve dayanışmanın giderek aşınması ve hatta yok olması söz konusudur.

İnsani ilişkiler daha çok formel, geçici, kısa süreli, amaca yönelik, yüzeysel nitelikte, doyuruculuktan uzaktır.

Buna ikincil ilişkiler deniyor sanırım. Sosyalleşme artık mahallelerde değil kamusal alanlarda oluyor ve bireyler daha çok evin içine tıkılıyor ve mahalle sınırından farklı olarak sitelerde milimetrik sınırlar oluşturuluyor.

Aslında bu tarz toplu konutların tarihi Fransızların kolonilerinden gelen Cezayirliler için kurulan ve Fransızların banliyö dedikleri ama bir çoğumuzun Nazi Almanya’sında Yahudiler için yaptırılan gettolardan dolayı dünyada getto adında bilinen toplu konut projesi kapsamında yapılmış olan apartmanlardır.

Banliyöler/gettolar savaş sonrası hızla göç alan şehirlerde yaşanan konut sıkıntısını gidermek için Fransa’da bulunmuş ve şehirin dışında oluşmuş toplu konutlar, apartmanlardır.

Daha sonra Almanya’nın da göçmen işçiler için kurdukları bu tarz sosyal konutlara büyük eleştiriler gelmiştir. „Fiziksel ve sosyal açıdan kent merkezinden izole yerleşmeler kurmalarının yanı sıra ırk, din, sosyal sınıf ve gelir düzeyine göre ayrımcılık yaptıkları, homojen yapılarıyla içe kapalı bir yaşam tarzını barındırdıkları için, bireyler arasındaki farklılıkları keskinleştirdiklerinden” dolayı bir çok toplu sosyal konutlar (gettolar) yıkılmıştır.

Ancak kapalı siteler bir adım öteye giderek bu kurguyu bir hedef haline getirmişler; etrafı sınırlandırılmış alanlar içinde, kente karşı dışlayıcı bir tavırla kendilerine ait bir dünya yaratma çabası içine girmişlerdir.

Eski mahalleler de zengin ve fakir aynı mahallelerde yaşar, aynı bakkaldan alışveriş yapar, çocukları aynı okullara giderlerdi. Mahalledeki sorunlar tüm mahalleli tarafından tartışılır ve gereken önlemler alınırdı.

Maddi durumu orta seviyede ve üst seviyede olanların kendilerine ayrıcalıklı mekanlarda yapay bir dünya kurmalarını ve içe dönük kapalı yaşamalarını sağlayan bu siteler aynı zamanda alt seviyede yaşayan dar gelirli, işsiz ve fakirlerinde ötekileştirilmesine, toplumsal ortak dayanışma ağından faydalanamamasına, görünür olmalarının engellenmesine ve potansiyel suçlu olarak görülüp dışlanmalarına sebep olmaktadır..

Nitekim de fakir ve dar gelirlilerin çocuklarının orta sınıfa ve üst sınıfa öfke duymasına, özenmesine, parayı en önemli hedef haline getirmesine, şans eşitsizliği ve eğitimsizlik, maddi sorunlardan dolayı suça daha meyilli olmalarına da sebep olmaktadır elbette.

Diğer yandan tüm dünyada ve ülkemizde enerji kaynaklarının ve dünyadaki yer altı ve yer üstünde ki doğal (petrol, su, demir, pamuk, tohum vb.) kaynakların gelişen teknoloji, sanayi ve kentleşmeden dolayı aşırı tüketimi ve tüm yaşayan yurttaşlara maliyeti ve egemenlerin her birimizin yaşamsal ihtiyacı olan bu enerji/doğal kaynakları ellerinde tutmaları ve bizi buradan bağımlı kılmaları, en temel hak olan ısınma, barınma, su gibi ihtiyaçlarımızı kâr hırsı ile satarak bizleri onlara modern köle haline getirdiklerini ve bize dayatılan ve daha çok kapitalist sistemin öngördüğü mimari yapılanmalar, konutlar ve yaşam tarzı lüzumsuz derecede enerji ve doğal kaynakların israfına aynı zamanda ekonomik israfa yol açtığını da bilmemiz gerekiyor.

Örneğin benimde küçük iken 7 yıl yaşamış olduğum Urfa Birecik evlerine bir göz atalım. Yöreden çıkarılan kireçli, yumuşak beyaz taşla yapılmıştır eski evler. Bu taşlar çok sıcak olan Birecik´te kışın ısıyı korur, yazın ise serin tutarlar.

Ayrıca evlerin kilerlikleri vardır ve penceresiz, evin arka tarafında olan bu karanlık ve serin odalarda evin yiyecek erzakları depolanırdı. Yeni hasat dönemine kadar un, bulgur, yağ, salça, tuz, zeytinyağı, pirinç, nohut, şeker gibi malzemeler burada bozulmadan kalabiliyordu.

Oysa şimdi buzdolaplarında dahi bu ürünleri 7-8 ay muhafaza etmek imkansızdır. Yine aynı şekilde bu evlerde kullanılan mobilyalar bir çok insanın misafir edilebilmesine ve kalabalık ailelerin bir arada yaşamalarına imkan sunuyordu.

Evlerin avluları (Birecikte hayat derler bu avlulara) yalnız serin yaz akşamlarında komşularla, aile/akrabalarla sohbet edilen, ayran, çay içilen ortamlar değildi, domates salçasından, üzüm pekmezine, yufka ekmeğe kadar bir çok gıda ürünlerini ve yiyecekleri kendimizin hazırlayabileceği mekanlar olarak dizayn edilmişti.

Peki şimdi bir çok kişinin artık fazla koşturmaktan, çalışmaktan vakti olmasa dahi, istenildiği zaman tüm bu yukarıda saydığım yiyecekleri hazırlayabileceğimiz mutfaklarımız var mı?

Yazın sıcaklığın genelde 40 derece ve üstü olduğu bu şehirde artık her yer betonarma apartman ve bu evlerin klimalardan dolayı harcamış olduğu enerji israfını ve ev sahiplerine getirdiği ekonomik yükü varın siz düşünün.

Diğer önemli bir konu ise apartman ve özellikle bu prestijli sitelerdeki dairelerin piyasa değerinin de borsa gibi sadece kaliteli malzeme ile yapılmış lüks konutlar, konum, sosyal aktiviteleri olması açısından değil, bir yaşam tarzı ve elit bir sınıfa dahil olma arzusu taşımasını pazarlayarak uçuk miktarlar ödendiği ve gerçek değerlerinin çok üstünde rakamların konuşulduğu, inşaat şirketlerinin, emlakçıların en iyi rant kapısı olarak bilindiği ve en önemlisi aylık hizmet aidatlarının bir çok kira bedelinden dahi yüksek olması da ayrı bir problem teşkil etmekte.

Yaşamsal olarak en zaruri, önemli olan barınma sorununa, kentleşme ve modernleşme adı altında bize dayatılan ve birlikte yaşamımızı, dayanışmamızı, ortak değerlerimizi bozmanın ve bizleri yalnızlaştırmanın dışında ekonomik anlamda bizi köleleştiren, sistemin ve parayı, üretimi elinde tutanların (işverenler, finans sektörü, iktidar vb.) boyunduruğu altında kalmamıza sebep olan uygulamalara alternatif olarak neden çözümler üretilmiyor.

Konut, insanın en temel hakkıdır ve her insanın ulaşabileceği bir imkan yaratılmak zorundadır. Bu konu uzun süredir benim kafamı kurcaladığı için bir kaç yıldır internet üzerinden ve farklı platformlardan araştırma yaptığımda enteresan bilgilere ulaştım.

Özellikle Avrupa da ve son yıllarda Türkiye’de konuyla ilgilenen ve çözümler bulan alternatif mimarlara rastladım. Sürdürülebilirlik temeli esasında her bölgenin kendi coğrafyasına uygun var olan doğal malzemelerle ucuz ve uygun ev yapımı mümkün.

Son yıllarda Türkiye’de de uygulanan saman ve kerpiç evler, ahşap evler giderek daha çok insanın ilgisini çekmeye başladı.

Doğanın dengesini bozmadan, doğa da var olanı kullanarak, en minimum bütçe ile, önünde kendin ekebileceğin küçük bostanları, bahçeleri olan bu evler aynı zamanda güneş enerjisi ile ısıtılıyor ve zaten ısıyı dışarı vermediği için fazla enerji ihtiyacı da olmuyor.

Yüksek deprem riski olan coğrafyamızda betonarma evlerin aksine insan yaşamını daha iyi koruyor, düşünüldüğünün aksine izolasyon gücü de yüksektir.

Ayrıca betonun aksine saman, kerpiç nefes alan malzemeler olduğu için mekanın içinde kendinizi çok iyi ve zinde hissedersiniz.. Vee bu nefes alan doğal malzemeler bizleri elektrokirlenmeden de (elektrosmog) daha iyi koruyabilir. Cep telefonları, Wi-Fi ağları yüksek gerilim hatlarından evlerimize sızan elektrosmog insanları hasta yapıyor. Bu konuyu belki ileride daha detaylı da yazabilirim.

Özellikle Almanya’da fabrikalarda işçi olarak çalışan ve zor şartlarda para biriktiren insanların, kötü malzeme ile yapılan betonarme site içinde ki daireleri satın almak için verdikleri yüksek miktarları biriktirebilmek adına ne kadar çok zorlandıklarını burada yaşayan biri olarak biliyorum. Mesailer, ikinci işler, kadınların temizlik işlerine gitmesi ve devamlı koşturmaları içimi acıtıyor.

Bence bize dayatılan yaşam modellerinden çıkmanın zamanı geldi, farklı alternatiflerimiz var. Hem bizi, hem doğamızı koruyacak ve aşırı çalışmamıza ve yorulmamıza gerek kalmadan insanca yaşanabilecek konutlar ve mekanlar yapabiliriz.

Saman, kerpiç evlerle ilgili bir linki aşağıda görebilirsiniz.

https://gaiadergi.com/doğa-dostu-kerpicin-faydaları-ve-dünyadaki-kerpiç-yapılar/

Sevgiyle kalın, dostça kalın, doğayla uyumlu kalın….