Hiç birimiz gelen tehlikenin farkında değiliz!

Hiç birimiz gelen tehlikenin farkında değiliz!

Avrupa Parlamentosunda Aralık ayında sessiz sedasız Jefta* anlaşması kabul edildi. Avrupa birliğinin şu ana kadar yaptığı en önemli ve hacmi en yüksek olan anlaşması. Daha önce TTİP ve CETA* anlaşmaları Almanya‘da ve tüm Avrupa da gündemimize düşmüştü. Ceta anlaşmasındaki en önemli sorunlardan biri tarım ve çevre konularında çok uluslu şirketlerin Avrupa ülkelerindeki yasalara uyma zorunluluğu

MELEK KANDİLLİ 23 Ocak 2019 MELEK KANDİLLİ

Avrupa Parlamentosunda Aralık ayında sessiz sedasız Jefta* anlaşması kabul edildi.

Avrupa birliğinin şu ana kadar yaptığı en önemli ve hacmi en yüksek olan anlaşması.

Daha önce TTİP ve CETA* anlaşmaları Almanya‘da ve tüm Avrupa da gündemimize düşmüştü.

Ceta anlaşmasındaki en önemli sorunlardan biri tarım ve çevre konularında çok uluslu şirketlerin Avrupa ülkelerindeki yasalara uyma zorunluluğu olmaması idi. Neydi bu önemli yasalar ve kurallar: Hayvan yemlerinde kullanılan antibiyotiğin serbest olması (Avrupa‘da istisnai durumlarda müsaade ediliyor)

GDO´lu et ürünlerinin satışının serbestliği ve etiketlerde özel olarak belirtilmesine gerek duyulmaması (Avrupa‘da yasak veya etiketlerde belirtiliyor)

Klonlanmış kesim hayvanlarının ve klonlanmış hayvanlardan elde edilen sütün satışının serbestliği (Avrupa‘da yasak)

Hayvan beslenmesinde hormon kullanımının serbestliği (Avrupa‘da yasak ya da denetimli oranlarda yapılıyor.)

Jefta karşıtı örgütler Global 2000, Attaç, BUND, Foodwatch gibi CETA ve TTİP anlaşmalarını kapsayan tehlikelerin Jefta anlaşması içinde geçerli olduğunu söylüyorlar.

Bunun ötesinde Jefta anlaşması ile birlikte suların özelleştirileceğini ve bunun Avrupa toplumu için çok büyük bir sorun ve temel hak ihlali olacağını düşünüyorlar.

Her ne kadar AB Komisyonu bunu yalanlıyor olsa da temiz su değil ama atık su hizmet bedeli anlaşma metninde özelleştirilecektir diye geçiyor.

Almanya‘da atık su ve temiz su yönetimi ve dağıtımı aynı şirketler tarafından gerçekleştiriliyor ve uzmanlar bu uygulamanın suların özelleştirilmesi için bir geçit uygulama olduğunu düşünüyorlar.

Ayrıca şirketlerin ve endüstrinin parlamentolara ve politikaya daha çok baskı yapacağını ve yasaların oluşmasında kendi avantajları adına siyasileri etkileyecekleri  düşünülüyor.

Greenpeace´nin bir kaç yıl önce medyaya sızdırdığı Jeftanın taslak anlaşması 2013´den itibaren yani 4 yıldır Japonya ve AB birliğinin gizli gizli görüşmeler yaptığını ortaya çıkararak bu tehlikenin sadece bir korkudan ibaret olmadığını bize göstermiş oluyor.

Özelliklede bu gizli toplantılarda masaya oturan tarafların yüzde 89´u şirketlerin temsilcilerinden ve sadece çok küçük bir oranın sendikalardan, tüketici koruma derneklerinden, çevreciler, AB-Komisyon üyelerinden oluşuyor olması dikkat çekiyor. Bu katılım oranlarından da endüstrinin bu anlaşmalarda gücünü görebiliyoruz.

Diğer önemli konu ise jefta anlaşması kapsamında yatırımcılar ve sermayedar şirketler için ayrı mahkeme sistemi (Investitionsgerichtssystem ics) uygulanacak.

Bu sistem büyük şirketleri koruyan kısıtlayıcı yasalardan dolayı „mesela gdo´lu et ürünlerinin bazı ülkelerde satışının yasak olmasından dolayı ürünlerini satamayan ve kar yapamayan, zarar yapan şirketler bu yasaları uygulayan devletlere bu anlamda dava açabilecek.

Şirketlerin kazandıkları takdirde dava konusu olan devletlerden zararlarından dolayı talep edecekleri milyarlarca Euro tazminatlar söz konusu. Ve bu yüksek tazminat miktarları ile avrupa devletlerine baskı unsuru oluşturabilirler.

Dolayısı ile anlaşma devletlerinin parlamentoları uygulayacakları insan sağlığını koruyan, çevreyi koruyan, tüketici hakları ile ilgili yönetmelikleri ve yasaları ya geri çekecektir veya şirketlerin lehine değiştirecektir. Ayrıca bu mahkemelerde görevlerini yapacak olan hakimlerinde bağımsızlığı, özgür ve adil karar verme yetkileri, maddi ve manevi olarak tehlike altına girecektir.

JEFTA anlaşmalarına göre yabancı şirketlere verilen hukuki haklar ve zarar ettikleri sayede devletleri bile dava edebilecekleri imkanlar tanınırken bu şirketlerin işçilere karşı yaptıkları hak ihlallerinde ise hiç bir yaptırım hakkı bulunmuyor. Yani bir şirket işçisini sendikalı olduğu için çıkardığı takdirde en fazla tavsiye de bulunulabiliyor.

TTİP, CETA, JEFTA, CPTTP gibi ülkeler arası anlaşmalar tek tek sanayi ülkeleri ve üçüncü dünya ülkeleri arasında imzalanıyor ve küresel bir dünyanın halklara getirdikleri ise konuyu iyi bilenleri ürkütüyor.

Her geçen gün devlet yönetimleri şirketlerin ve sermayenin güdümüne girerken, insan sağlığını tehlikeye atan, doğayı zehirli tarım ilaçları ile mahveden, tüm canlıların yaşam alanlarını ve canlarını tehlikeye atan yaptırımlar kar hırsı ile tüm devletlerin onayı ile halklara dayatılıyor..

Bu anlaşmaların dışında her geçen gün Federal Almanya devletinde özelleştirmeler gündeme geliyor. Otobanların özelleştirilmesi, alt yapının özelleştirilmesi hatta okulların dahi özelleştirilmesi federal Almanya parlamentosunda tartışılıyor ve anayasa değişikliği talep ediliyor. (Grundgesetzänderung in 13 Artikeln für die Privatısierung der Autobahnen, der İnfrastruktur und soğar der Schülen die Tur offnen! Das durfen wir nicht zulaşsen! )

Sonuç olarak biz Türkiyelilerin yurtdışında 60 yıldır yaşıyor olmamıza rağmen gözümüz, kulağımız Türkiye’deki gelişmeler ve Türkiye politik arenasında.. Oysa yaşadığımız Avrupa ülkelerinde de gidişat hiç de iyi değil.

Her geçen gün haklarımız budanıyor, küreselleşmenin getirmiş olduğu avantajlar daha çok şirketlere yarıyor, Almanya gibi dünyanın en zengin ülkesinde dahi en temel insani hak olan konut, enerji ve şimdide belki sular ödenemeyecek derecede pahallılaşıyor.. Fakir ve zengin arasında ciddi boyutlarda uçurumlar oluşuyor..

Artık yaşadığımız ülkenin politikasına ve sorunlarına daha çok konsantre olmamız gerekiyor..

*(Japan EU Free Trade Agreement“. Avrupa Birliği ve Japonya arasında kapsamlı ekonomi ve ticaret anlaşması)

*Ceta (Kanada ve Avrupa Birliği arasında Kapsamlı Ekonomi ve Ticaret Anlaşması)