Cennete uçup giden vildanlar

Cennete uçup giden vildanlar

Ölüm, günlük yaşamın bir parçası ve aynı zamanda her an başa gelebilecek bir hadisedir. Böyle bir hadisede Kaza, Rıza ve Kader’e teslim olmak, asla itiraz etmemek lazımdır. Çünkü ölüme teslimiyet, İslamiyet’in bir alameti ve bir gereğidir. Ölüm esnasında ağlamak, gözyaşı dökmek normaldir, günah değildir. Günah olan bağırıp çağırmak ve isyan etmektir. Böyle bir anda sabretmek

MEHMET TOY 03 Eylül 2020 MEHMET TOY

Ölüm, günlük yaşamın bir parçası ve aynı zamanda her an başa gelebilecek bir hadisedir. Böyle bir hadisede Kaza, Rıza ve Kader’e teslim olmak, asla itiraz etmemek lazımdır. Çünkü ölüme teslimiyet, İslamiyet’in bir alameti ve bir gereğidir.

Ölüm esnasında ağlamak, gözyaşı dökmek normaldir, günah değildir. Günah olan bağırıp çağırmak ve isyan etmektir. Böyle bir anda sabretmek ve sabır kuvvetine dayanmak gerekir.

Ölüm arkada büyük acılar bırakır, arkada kalanların buna üzülmemesi hatta dayanabilmesi çok zordur. Allah ölüm ve ayrılık zorluğunu habibine yaşatmış, ancak bu durumda nasıl davranılması gerektiğini O’nun şahsında bizlere göstermiştir.

Allah Resûlü’nün (sas) oğlu İbrahim vefat etmişti. Bu vefat karşısında üzüldü ve mübarek gözlerinden yaşlar boşandı. Sahabe: “Yâ Re­sû­lal­lah! Siz de mi ağlı­yor­su­nuz? “Oysa ölüye ağlamayı men etmiştiniz!” Allah Resûlü: “Ben, bağırıp çağırmayı, üst-baş yırtmayı men ettim. Bu ise, Allah’ın kullarının kalbine koyduğu şefkattir, Benim bu ağlamam ise, şefkatin bir eseridir, acı­madan ibarettir. Merha­met etmeyene, merhamet edilmez!” dedi ve ekledi: “Göz yaş döker, kalp tees­sür duyar.

Biz, Yüce Rabbimizin razı olacağı sözden başkasını söy­lemeyiz.” Sonra “Ey İbrahim! Senin ayrılığın, bizi fazlasıyla mah­zun etti! Ancak Allah’ın takdirine karşı elden ne gelir?” Ayrılık hasretinin acısıyla karşısındaki dağa bakarak “Ey dağ! Eğer ben­deki üzüntü sende olsaydı muhakkak yıkılmış gitmiştin! Fakat biz, Rabbimizin bize emrettiğini söyleriz ve deriz ki:“İnnâ lil­lah ve innâ ileyhi râciûn.“

Ölüm hadisesi karşısında nasıl davranılması gerektiğini Allah Resûlü’nden öğrenen Sahabe efendilerimiz, aynı davranışı onlar da göstermiş ve bizlere örnek olmuşlardır. Ebu Talha’nın oğlu, kendisi evde olmadığı bir günde vefat eder. Hanımı kocası gelmeden çocuğun defni için gerekli hazırlığı yapar, onu evin bir kenarına koyar.

Ebu Talha akşam eve gelir ve “Çocuk nasıl oldu?” diye sorar. Hanımı, “Sükûnete erdi, istirahate kavuşmuş olmasını umarım” der. Ebu Talha sabah kalkıp namaz için mescide gitmek için evden çıkarken, hanımı akşamdan ölmüş olan çocuğu getirir ve “Al bunu Allah Resûlullah’a (sas) ver ve namazını kıldırsın” der. Ebu Talha bu durum karşısında şaşırır ve üzülür. Hanımı kocasını teselli eder ve ona şöyle der: “Sen komşundan bir emanet mal alır, onu da günü gelince verir misin? Ebu Talha “Elbette veririm.” Hanımı büyük bir metanet içerisinde kocasına şöyle der: “ Bu çocuk bize Allah’ın bir emaneti idi, zamanı geldi emanetini geri aldı.”

Evet, çocuk, anne ve babaya Allah’ın bir emaneti ve ikramıdır. Bir gün Allah bu emanetini daha güzel bir âleme götürmek için, yani cennete koymak için yanına aldığında anne ve baba buna rıza göstermeli, itiraz etmemelidir. Her ne kadar mahzun da olsalar, üzülseler de asla isyan etmemeli ve uygunsuz bir serzenişte bulunmamalıdırlar.

Zira o çocuk anne babaya zaten Allah’ın bir ikramı, ihsanı aynı zamanda bir emanet idi, Allah o emaneti bazı hikmetler için anne ve babaya geçici bir süreliğine vermişti, o hikmet tahakkuk edip, o süre bitince emanetini geri aldı. Bu duruma rıza göstermekten başka elimizden ne gelir ki?

Çocuklar vefatlarıyla direkt olarak Allah’ın rahmetine ve cennetine uçmaktadırlar. Öyle ki, kendileri Allah’ın rahmet dairesine girmekle beraber, anne ve babalarının da kurtulmasına vesile olacaklardır.

Cennetin Vildanları olan çocuklar cennette “Ben anne ve babamı istiyorum, dünyada onların sevgi ve şefkatine doyamadım.” diyecekler, Allah’da onların isteklerini geri çevirmeyecek, onları anne babalarıyla görüştürecektir.

Anne ve babalar suçlarından dolayı zindanlarda da olsalar, Rahîm ve Kerîm olan Allah, çocukları onların bulundukları zindanlara göndermeyecek; onları zindanlardan çıkartıp çocukların yaşadığı saraylara getirecektir.

Dünya hayatındaki en büyük manevî zevklerden birisi de hiç şüphesiz sevimli ve neşeli küçük çocuklardır. Cennetin Vildan’ı olan bu çocuklar, çocukluğun en güzel çağında anne ve babalarına bu dünyada tattıramadıkları o zevkleri ebedi âlemde; ebedî bir eğlence, sürur kaynağı olarak yeniden yaşatacaklardır.

Çocuğu ölen anne ve babalar Allah’tan sabr-ı cemil niyaz edip, Allah Resulüne ittiba (uyma) etmelidirler.

Küçük yaşta ölen çocuklar bir ahiret azığı ve aynı zamanda ahirette bir şefaatçi hükmündedirler. Zira ölen çocuğun acısına sabredip ecrini Allah’tan dileyen her anne baba cennetle mükâfatlandırılacak ve çocuğunu cennette ebediyen sevecektir.

Allah Resûlü (sas), Allah Teâlâ şöyle buyurdu der: “Mü’min bir kulumun dünyada sevdiklerinden birini aldığım zaman, buna sabredip sevabını Allah’tan beklerse, bu davranışının katımdaki karşılığı kesinlikle cennettir.”

Çocuk öldüğünde, Cenab-ı Hak meleklerine sorar: “Kulumun çocuğunu aldınız, kalbinin meyvesini kopardınız. Peki, kulum buna ne dedi? Ya Rabbi, hamd edip teslimiyet gösterdi. (O zaman) o kuluma cennette bir ev yapıp, adını da, “Hamd evi” koyun!

Musibetlere sabır, sağlam bir imanın neticesidir. O halde iman sahipleri olarak bizler de Allah Resûlü gibi dua edelim: “Ya Rabbi, bana öyle yakîn ver ki, musibetler bana kolay gelsin!”

 (Sevgili yeğenim Adem Emir! Sen küçük yaşta cennetin bir kuşu olarak aramızdan uçup gittin! İnşallah ahirette bizlerin de eteklerinden tutar, cennetin uçsuz bucaksız yamaçlarında, bizleri uçurmaya devam edersin!)