Onlara: İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin, denildiği vakit «Biz hiç, sefihlerin (akılsız ve ahmak kişilerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz!» derler.
Biliniz ki, sefihler ancak kendileridir, fakat bunu bilmezler (veya bilmezlikten gelirler). (Bu münafıklar) müminlerle karşılaştıkları vakit «(Biz de) iman ettik» derler. (Kendilerini saptıran) şeytanları ile başbaşa kaldıklarında ise: Biz sizinle beraberiz, biz onlarla (müminlerle) sadece alay ediyoruz, derler. (Bakara 13, 14)
Birey mi toplumu etkiler yoksa toplum mu bireyi? Bu sorunun cevabını arar dururdum. Bu iki ayette bulduğumu düşünüyorum. Emin olabilmek, dahasını görebilmek ve öğrenebilmek üzere yardıma ihtiyacım var. Arapça bilen bir dost ile bu konuyu irdelemek isterim. Ancak yine de meallerin hayatın içinde düşündürdüklerine kimsenin itirazı olmamalı.
Kafirliğin en temel tanımı, duyulan, görülen, öğrenilen şeyler karşısında tavır değiştirmemektir. Ve dahası, mevcut konumu koruyabilmek üzere hakikat olup olmadığına aldırmadan ret etmek ve önlemek, yok etmek üzere elden gelenin yapılmasıdır denilebilir. Bu aynı zamanda kalbi hastalıkların da bir sonucudur. Kibir, egoistlik, menfaatperestlik…
Kafir sıfatı ile hareket etmeyen, kalbi hastalıkları bulunmayan bir kişinin, „İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin!“ hitabını duyduğunda, hiçbir karşılık vermeden, mazeretler sıralamadan, insanların arasına karışması beklenir.
İmanın iç dünyalarımıza bakan yönüyle bilinmesi mümkün değildir. Bu kritere kendimizi de dahil edebiliriz. Ama bu konuda ısrarcı olamam. Ancak bazı alimlerin imansız ölmekten korktukları dikkate alındığında bir risk olduğunu söylemek mümkün. İmanın dışa yansıyan yönüyle de tanımlanabilmesi mümkün değildir. İmanlı bir insanın yapıyor olması gereken tavırlar, hareketler listesi, niyet ile anlamlı.
Ve diğer bir kriter. Öğrenme yolculuğu insana özeldir. Aynı hadiseleri yaşadığımız halde algılarımızın farklılığı nedeniyle tamamen zıt yönlere savrulabilmekteyiz.
Ele aldığımız kriterlerimiz doğru ise „İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin!“ hitabına anlam vermeye çalıştığımızda sonsuza uzayan ve içinde sadece iki varlığın bulunduğu bir döngüye girmekteyiz. BEN ve Yaratıcı… Diğerlerini karşımıza almamız mümkün olamaz. En azından düşünce planında. Tabii ki, kapsayıcılık da söz konusu. Projelerimiz, hedeflerimiz, düşüncelerimiz, niyetlerimiz, araştırmalarımız, kriterlerimiz, ilkelerimiz tüm insanları hatta tüm varlıkları kapsamalı.
Çünkü normal şartlar altında Allah’a, O’nu görüyor gibi iman etmek her inananın hatta her insanın hedefi olmalı. Böyle bir hedefi önümüze koyduğumuzda ilerlemek üzere diğerlerini gözlememiz beklenemez. Zaten iman taklit edilebilir bir şey değildir. Ancak ne kadar çok şey biliyor olursak olalım, kendimizi üstün görmeye başladığımızda sefihler grubuna düşebileceğimiz açık bir şekilde beyan edilmiş.
Burada şöyle bir kriter de söylemek mümkün. İnsanlar ile problemi olmayanın Allah ile de problemi olmaz. Çünkü, „İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin!“ beyanı ile insanların arasına yönlendirilmekte. O insanların kimler olduğu, neler yaptığı meçhul. Ve dahi Kuran’da anlatılan şeytan kıssasında, açık ve seçik olarak imtihanın birbirimizle, yaratılmışlarla olduğu belirtilmekte. Bir risk alıp şunu da söylemek istiyorum. Konunun anlaşılması için. Sokağa çıkıp imanını örnek alabileceğimiz bir insan arasak? Bu ayetin muhatabı olabiliriz. İman ölçer, niyet bilir… Tabii ki, hadsiz, sefih. Böyle bir bakış açısına, „Hüküm Allah’ındır.“ ayetininin karşısında tüm duygularımızı doyurarak boyun bükebilmek üzere ihtiyacımız var.
Burada sanki bazı itirazları duyar gibi oluyorum. Tebliğ etmeyecek miyiz? Tabii ki, buna kimse itiraz edemez. Ancak öncelikle bu ayetin gösterdiği yolda adım adım ilerleyerek temsil makamına çıkmalı. Ve ayet grubundan anlaşıldığı üzere tebliğ yapıyoruz diyerek kalp kırmaya izin yok.
Ayetlerin hayatın içindeki karşılığını, olursa ne olur, olmazsa ne olur sorularına cevaplarımızı sefihleri irdelerken arayalım. Hepimiz için, hep birlikte mutlu mesut yaşanılası bir yol bulmaya gayret edelim.
Devamı var.
